19 Mayıs 2014 Pazartesi

Yassıada Cinayetleri, Taha Akyol

Yassıada Cinayetleri
Taha Akyol
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ı telefonla kutladım, kamuoyu önünde de açıkça kutluyorum; “Yassıada Demokrasi Müzesi”  projesi için...
Daha önce bu köşede birkaç defa yazdığımız dileğimi, Günay’a da ilettim:
Adnan Menderes’in sekiz ciltlik konuşmalarını, üzerinde akademik bir çalışma yaparak yeniden yayımlamak...
Bu konuşmalar yirmi yıl önce Demokratlar Kulübü tarafından yayımlandı. O günün tekniğiyle yapılmış bir baskı... İndeksi yok, açıklayıcı notları yok... Üstelik çoktan tükendi.
‘Akademik edisyon’ niteliğinde yeni baskısının yaptırılması fikrini Sayın Günay çok olumlu buldu, fakat haklı bir tereddüdü var:
- Nihayet siyasi bir liderin konuşmalarını bizim yayımlamamız doğru olur mu, bakmam lazım. Ama belge yayını, akademik araştırma, müzenin çeşitli materyallerle zenginleştirilmesi gibi çalışmaları muhakkak yapacağız.
Meclis yayımlasın
Bu durumda, aynı dileğimi TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek’e iletiyorum. Nitekim İsmet İnönü’nün konuşmalarını TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu 1993 yılında üç büyük cilt halinde yayımladı; muhalefet lideri olarak yaptığı konuşmalar dâhil... Çok da iyi oldu.
Üstelik, Menderes artık bir parti lideri değildir; milli iradenin üstünlüğünün simgesidir...
Darbelere karşı olmanın simgesidir...
Yassıada’daki idamların, daha doğrusu “siyaseten katl”  cinayetinin bu sene 60. yıl dönümüdür. Menderes’in bütün konuşmalarını yayımlamak ‘zamanın ruhu’na da TBMM’nin işlevine de yakışır.
İnönü’nün TBMM tarafından 1993’te yayımlanan konuşmalarının önsözünü Hüsamettin Cindoruk yazmıştı, iyi de etmişti...
“Menderes’in Bütün Konuşmaları”nı da TBMM yayımlamalı, önsözünü Cemil Çiçek yazmalıdır.
Metinleri yayına hazırlamak için gereken akademik çalışmayı Adnan Menderes Üniversitesi’ndeki akademisyenler yapabilir; çok da anlamlı olur.
Hukukun düşkünlüğüBu meseleyi böylesine önemseyişimin tek sebebi, siyasi görüşlerim değildir. Daha önemlisi, “Yassıada yargılamaları”nın korkunç bir hukuk cinayeti olmasıdır.
‘Devrim’ adına hukukun en temel kuralları olan “tabii hâkim”  ve “geçmişe yürüyen ceza kanunu çıkarılamaz”  ilkeleri çiğnenmiştir! Avukatlar tutuklanmış, savunmalar kısıtlanmış, belgeler tahrif edilmiştir!
Demokrasi dönemimizde yargının yaptığı hiçbir hukuk ihlali, bu boyutlarda olmamıştır.
Fransa’da Binbaşı Dreyfüs’ün siyasi husumetle mahkûm edilmesine yazar Emile Zola isyan bayrağını açmış, çığ gibi büyüyen adalet mücadelesi sonunda Dreyfüs beraat ettirilmişti.
Bu, Fransa’da ‘devrimin hizmetindeki yargı’ geleneğinden, hukukun üstünlüğüne geçişin en büyük virajı olmuştu...
Celal Bayar’ın Kayseri Günlüğü ’nde yazdığı gibi, Yassıada’da yüzlerce Dreyfüs faciası icra edildiği halde bizde bir tane Zola çıkmamıştı! Aksine bu hukuk cinayetlerinin altında “hukuk profesörleri” nin ve “Yargıtay yargıçları” nın imzaları vardı! Aydınlar da alkışlamışlardı!
Şimdi idamların 60. yıl dönümünde, Türkiye’de Zola’ların artık mevcut bulunduğunu göstermenin zamanı çoktan gelmiştir.
Menderes’in konuşmaları yayımlanmalı... Yassıada Müzesi açılmalı... Altmış yıldır üç maymunu oynayan Hukuk Fakülteleri Yassıada yargılamalarını akademik araştırma konusu yapmalıdır...
Düzeltme notu:  TBMM elbette 23 Nisan 1920’de açıldı, dünkü yazımdaki “1923”  kaydı, düzeltmeyi gerektirmeyecek kadar açık bir ‘sehiv’dir.
Demokrat Parti iktidarı
Bazı dönemler vardır ki asla unutulmamalıdır. Kanaatimce, bu dönemlerin birincisi İstiklâl Savaşı’nın hangi şartlar altında ve nasıl zorlu bir mücadele sonunda kazanıldığı; ikincisi ise, 14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelişidir. Demokrat Parti’nin iktidara gelişi basit bir olay değildir. Gerçek manada halkın iktidarı ele alışıdır. Statükonun parçalanmasıdır. Kalkınmanın ateşlenmesidir. Demokrat Parti iktidarına yalnız bu zaviyelerden bakmamak gerekmektedir. Türkiye’de, Türkiye’yi kendilerinden ibaret sayan kesimlerin, halk iktidarı karşısında hazımsızlıkları ve bu hazımsızlıkları sonunda iktidarın gaspının Türk halkında açtığı yarayı da iyi bilmek gerekmektedir. 14 Mayıs 1950… Halk iktidarının başlangıç tarihi… Aradan 50 yıl geçti. Demokrat Parti’nin 10 yıllık iktidarı döneminde üç seçim yaşandı, dördüncü seçime gidilemeden 27 Mayıs 1960’ta darbe oldu. Ankara’da bir Demokratlar Kulübü vardır. Eski Demokrat Partililer bu kulüpte toplanmışlardır. Demokrat Parti’nin 75 milletvekili hâlen hayattadır. Bu milletvekillerinden bazılarıyla kulüpte görüştüm. Demokrat Parti’nin kuruluşu ve iktidar dönemiyle ilgili özel bilgiler aldım; hiç yayınlanmamış fotoğraflar temin ettim. Burada çalışmamı kolaylaştıran eski DP milletvekillerine, Demokratlar Kulübü Başkanı Hüseyin Agun, şahsıma güven duyarak özel fotoğrafları bana verme lütfunda bulunan Özer Kenan Yılmaz, Sami Soylu, Halis Tokdemir ve Osman Alihocagil beyefendilere; ayrıca, incelediğim dönemle ilgili çalışmalarını ve kaynakları gönderen siyaset ilminin genç temsilcilerinden Dr. Esat Öz; çalışmamda kolaylık sağlayan gazetemizin Ankara bürosundan İstihbarat Şefi Akif Bülbül ve foto muhabiri Ahmet Büyük arkadaşlarıma teşekkür etmek istiyorum.
Dr. Arslan Tekin
Demokrasinin milâdı Türkiye’de demokrasinin milâdı, 14 Mayıs 1950 tarihi kabul edilmiştir. Bu tarihte tek partinin iktidarına son verilmiştir. Beş yıllık muhalefet partisi Demokrat Parti iktidarı ele almıştır. 21 Temmuz 1946 yılında milletvekili seçimleri yapılmış ve Demokrat Parti de 62 milletvekili ile Meclis’e girmiştir. Artık Meclis’te iktidar partisi üzerinde kontrol kuracak, çalışmaları takip edecek bir parti mevcuttur. “Ben yaptım, oldu” denemeyecektir. CHP iktidarı sık sık tenkit edilecektir. Buna CHP’lilerin alışması gerekmektedir ama mesele böyle tezahür etmiyor.
“Aristidis Kompleksi” Şevket Süreyya Aydemir, “Menderes’in Dramı”nda, CHP’nin seçimleri kaybedişi üzerine yorum yaparken “Aristidis Kompleksi” başlığı ile şu hadiseyi anlatır: “Aristidis kompleksi nedir? Aristidis, zamanımızdan 2 bin 500 yıl kadar önce Atina’da itibarlı bir hâkimdi. Her seçimde o seçiliyordu. Aleyhinde kimse bir şey söylemiyordu. Çünkü kusursuz bir insandı. Bu yıllar boyu böyle devam ediyordu. Gene bir seçim günü ve Aristidis seçim alanına girerken, bir köylü, elinde bir midye kabuğuyla Aristidis’e yaklaştı. Bunun içine usule göre, seçilecek birinin adını yazmasını rica etti. Aristidis’i tanımıyordu. Aristidis sordu: – Kimin adını yazayım?
- Aristidis’i yazma da kimi yazarsan yaz! – Niçin? Aristidis’in büyük suçları mı var? – Hayır ama artık bıktık! Hep Aristidis! Artık bu değişmeli!.. Evet, Halk Partisi iktidarı da artık yorgundu. Halkın çoğunluğunda iktidara karşı bir bıkkınlık, memleketin havasında, artık bir rüzgâr gibi esiyordu…” * Sadece bıkkınlık değildi. Hep CHP’nin adının yazılması, insanları bizar etmesi yanında, halk yoksuldu. Ekmeği yoktu, işi yoktu… Giyimi yoktu… Cenazeyi kaldıracak imam bulmak artık bir meseleydi. Çünkü dinî okullar olmadığı için, dinî vazifeleri yerine getirecek insan yetişmiyordu.
Önceki partiler Cumhuriyet ilân edildikten sonra, bir parti etrafında toplanılması fikri doğdu. Mustafa Kemal, 1923’te Cumhuriyet Halk Fırkası’nı kurdu. Ardından Kâzım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Cafer Tayyar gibi Mustafa Kemal’in eski silâh arkadaşları Ekim 1924’te “Cumhuriyetçi Terakkiperver Fırka”yı kurarak sert bir muhalefete giriştiler. Ancak, Mustafa Kemal’in direktifi ile o zaman Başvekil olan İsmet İnönü bir kararname çıkararak, “halkın dinî duygularını istismar ettiği” iddiasıyla yeni partiyi kapattırdı. Yeni partinin ömrü birkaç ay sürmüştü. 1930’da ikinci bir parti kurma teşebbüsü daha olmuştur. “Serbest Fırka” adıyla faaliyete geçen partinin kuruluşu hakkında Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil şunları yazmıştır:
“Mustafa Kemal’in kanaatına göre, Türkiye’nin kalkınmasına ve modernleşmesine yalnız tek parti sistemi imkân verecekti. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi (Mustafa Kemal, fikir ayrılıklarını ve faydasız çekişmeleri ortadan kaldırmak için, bütün bir milleti yeni bir partinin kadrosunda birleştirmek istedi), her şekilde meşru bir muhalefetin yok edilmesi işte bu düşünceden çıkıyordu. Bununla beraber halk kitlelerinin göstereceği reaksiyonu kesinlikle bilmek isteyen Devlet Reisi, 1930’da ince bir manevra yapmağa karar verdi: Silâh arkadaşı ve sırdaşı Fethi Okyar’ın tavassutu ve teminatı ile ‘Serbest Fırka’ adında bir muhalefet partisi kurulacak idi.” (27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri, Çev. M. Ali Sevük-İ. Hakkı Akın, 1966, s. 34.) “Sözde muhalefet partisi” halktan büyük destek gördü. İstanbul, İzmir, Samsun gibi şehirlerde büyük mitingler tertip edildi. Yeni parti çığ gibi büyüyünce, kapatılma yoluna gidildi.
Kökten DP’liyiz 1916 doğumlu Hidayet Sinanoğlu, 1954-1960 arası İçel Milletvekili olarak görev yaptı. 2.5 yıl Yassıada ve Kayseri’de hapis yatan Sinanoğlu, DP için şunları söylemişti:
“Biz kökten Demokrat Partiliyiz. 1946’da Anamur’da DP’yi kurduk. İlçe ve il başkanlığı yaptık. Biz DP olarak iktidara geldiğimizde vatandaş 6 liralık yol parasını, 70 kuruşluk agnam vergisini ödeyemezdi. 1954’de milletvekili seçildikten sonra Erdemli’nin Torosların tepesindeki Çandar köyüne gittik. Kadınlar bir tarafa erkekler bir tarafa toplanmışlar bizi karşılıyorlar. Belki 10, belki 20 koyun kesecekler. Biz dedik: Ne lüzumu var… İçlerinden bir ihtiyar çıktı: – Ne diyorsun bey!… Halk Partisi zamanında agnam vergisi korkusundan bu dağların başına nöbetçi koyardık. Bizi onlardan kurtardınız.
DP Mersin’e büyük hizmetler yaptı. Mersin limanı, rafineri, Anamur sulaması, Mersin silosu, Mersin-Antalya, Silifke-Mut-Karaman yolu bizim eserlerimizdir.”
Demokrat Halk Partisi Genel Başkanı Özgen: 14 Mayıs’a herkes
sahip çıkmalıdır. Demokrat Halk Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Mahmut İhsan Özgen, 14 Mayıs’ın Türkiye’nin demokrasi hayatında çok önemli bir dönüm noktası olduğunu belirterek, “Türk demokrasisi yönünden, büyük bir demokratik mesafenin alındığı, özellikle halkın oyuna ve insana değer verildiği bir gündür” dedi. Özgen, yaptığı yazılı açıklamada şu görüşlere yer verdi:
“14 Mayıs’ı, her türlü istismardan uzak şekilde, Türkiye’de milli iradenin ilk olarak kurulduğu, çok partili demokratik hayatın başladığı gün anlamında tüm siyasetçilerin kabul etmesi, Türkiye’de sadece halkoyuna ve aziz milletine gönülden güvenen gerçek aydınların varolduğunu gösterecektir. Bunu sadece bir partinin iktidara geçiş günü veya iktidarın el değiştirdiği bir gün olarak ifade eder ve bu şekilde algılanmaya devam ettirilirse; CHP’nin iktidardan düşürülüp, DP’nin iktidara gelişi şeklinde düşünülürse, bu dar görüş, günümüz Türkiye’sinde yine en büyük kısır çekişmelerin ve demokratik eksikliklerin devam ettiği günler içinde kaldığımızı gösterir. Bu açıdan dar düşünceli olmaktan kurtularak, her türlü istismardan uzak bir anlayışla geniş düşünmeye ve gerçek demokrasiye sahip çıkmalıyız.”
Yeni bir devir Mustafa Kemal Atatürk’ün 1938’de ölümünden sonra, İsmet İnönü, Cumhurbaşkanı seçildi. Demokrat Parti’nin 14 Mayıs’taki müthiş zaferini Demokrat Parti’nin mükemmelliğinde arayamayacağımız gibi, 27 Mayıs ihtilâline giden yolu da yine Demokrat Parti’nin hatalarında arayamayız. O dönemde, siyasî misyonu yüklenenlerin psikolojik yapısında ve sosyal bünyede aramak gerekir. Siyasî misyonun en başında gelen isimlerden biri İsmet İnönü’dür. Mizacını tanırsak sonraki siyasî gelişmelerin seyrini tayin etmek daha kolay olacaktır. Ünlü fikir adamı Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, İsmet İnönü’nün psikolojisini ve siyasî anlayışını değerlendiriyor: “Çekildiği köşesinden devletin başına geçer geçmez İnönü’nün ilk hareketi, Bayar’ı ve Atatürk’ün yakın mesai arkadaşlarını bir kenara itmek oldu. Ünlü selefi gibi, parti ve devlet başkanlıklarını şahsında toplayan İnönü, çağdaşları Mussolini ve Hitler’in kurdukları diktatörlükler modelinde bir diktatörlük yolunu tuttu. Esasen, ötedenberi mevcut tek parti sistemi böyle bir teşebbüse müsaitti. Köylerde jandarmanın dipçiğine, şehirlerde ise polisin copuna dayanan bir terör rejimi kurulmuştu. Sinsi ve kinci tabiatlı, dar görüşlü olan İnönü’de, Atatürk’teki ihata kabiliyeti ve fevkalâde zekâ seyyaliyeti yoktu. CHP’nin altı prensibinden yalnız üçüne itibar etti. Devletçilik, Laiklik ve Milliyetçilik. (…) Ona göre, kuvvete başvurarak memleketi büyük bir kışla haline getirmek pahasına da olsa, hükûmetin otoritesini son haddine kadar artırmak lazımdı. (…) Laiklik prensibinin anlaşılışı ve tatbikatı kadar hiçbir şey, umumî efkârı İnönü’den ve onun her şeye hâkim partisinden uzaklaştırıp tiksindirmemiştir. Batı memleketlerinde laiklik, devlet ve kilisenin birbirinden ayrılmasını ifade eder; yani, biri dünya işlerini diğeri de ahiret işlerini düzenler. İnönü laikliği bu manada anlamamıştır. Komünistler gibi dine karşı yürümüş, din duygusunu ve Allah aşkını insan kalbinden söküp atmak için mücadele eden bir nevi materyalizm şeklinde görmüştür.” (27 Mayıs İhtilâli ve Sebepleri, s. 35-36.) İnönü’yü ve icraatını tenkit kimsenin haddi değildi. İkinci Dünya Savaşının bitiminde CHP’den hoşnutsuzluk artık alenen yazılıp söylenmeye başlandı. CHP içinde halkın sesine kulak verenler çıktı. Celal Bayar, 1943 seçimlerinden sonra milletvekilliğinden istifa ederek köşesine çekildi. 1945’te de CHP’den ayrıldı. Ardından Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan’la birlikte CHP yönetimine bir takrir verdiler. Bu takrir üzerine Menderes, Köprülü ve Koraltan CHP’den atıldılar. 1945 senesinin sonlarında Demokrat Parti’nin çatısı kurulmuştu. Partinin program ve nizamnamesi 7 Ocak 1946’da ilân edildi.
Mühim bir inkılâp Başbakan Adnan Menderes, birinci Menderes hükûmetini kurdu. 29 Mayıs 1950’de yani seçimden 15 gün sonra Meclis’te hükûmet programını okumak üzere kürsüye çıktı: “Büyük Millet Meclisinin muhterem azaları! Dokuzuncu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin millî tarihimizde alacağı yer, her bakımdan çok büyük olacaktır. Tarihimizde ilk defadır ki, yüksek heyetiniz, millî iradenin tam ve serbest tecellîsi neticesinde, millet mukadderatına hâkim olmak mevkiine gelmiş bulunuyorsunuz. Dokuzuncu Millet Meclisinin azaları olan sizleri, Türk milletinin hakikî mümessillerini selâmlamakla derin bir gurur ve iftihar duymaktayız…(…) Şüphe yok ki 14 Mayıs, bir devire son veren ve yeni bir devir açan müstesna ehemmiyette tarihî bir gün olarak, daima anılacaktır. (…) 14 Mayıs seçimleriyle memlekette şimdiye kadar yapılanlarla ölçülemeyecek ehemmiyette mühim bir inkılâbın, en mühim merhalesi aşılmıştır. (…) Biz aynı partinin, birbirini takip eden hükûmetlerinden değiliz. Millet iradesiyle iktidara gelen bir partiyiz. Millî ve siyasî mürakabeden mahrum bir idarenin çok uzun yıllar sürüp gitmesi, birçok hataların irtikabına, birçok israflara ve ifratlara yol açmıştır.”
Yeni bir dünya kuruldu Menderes, hükûmet oluşlarından sonraki ilk nutkunu, muhakkak, tartarak ve siyasî hesaplarını yaparak vermiştir. Bu nutukta sehven söylenmiş hiçbir söz olamazdı ve olsa bile mazeret kabul edilemezdi. Menderes, kendisinin de bir zamanlar mensup olduğu CHP dönemini hemen tamamen kapatıyor ve yeni bir anlayışla yeni bir dünyaya açıldığını ilân ediyordu. Böyle bir nutuk, oyla gelen insanların kolayca söyleyeceği nutuk değildi. Menderes öyle ezici bir çoklukla iktidarı ele aldı ki, bu desteğin ilelebed devam edeceği fikrine vardı. Halkın geçmiş iktidara karşı duyduğu nefret, bunun yanında DP’nin farkını ortaya koyacağı icraat iktidarda kalmaya yetecekti. Bu nutuk, üzerine herkes kendi meşrebine göre yorumlar yapmıştır.
AĞA Menderes 1909 yılında doğan Ali Ulvi Arıkan, 1954-1957 yılları arası Niğde Milletvekili oldu. Orduda astsubaylıktan üsteğmenliğe yükseldikten sonra ayrılmış ve ithalat-ihracat işleriyle uğraşmış. Niğde’de DP’nin kurulmasını sağlamış ve sonra il başkanlığı yapmış. 1960’ta milletvekili olmadığı için Yassıada’ya gitmedi. Arıkan, o dönemi şöyle anlatıyor: “Emekli bir binbaşı vardı. Ben Nevşehir’de Demokrat Parti’yi kurdum, sen de burada Demokrat Parti’yi kur, dedi. Bu dönemlerde partiyi ağzınıza alsanız mahallî zabıta, vali başta ağır baskılar yapıyor. İşimin bozulmaması için bir başka arkadaşa kurdurduk. Sonra ben de katıldım. Menderes’le bir hatıram şu: Muzaffer Kurbanoğlu grup başkanıydı. O zaman grup başkan vekili denmezdi. Kurbanoğlu: ‘Ulvi, akşam Ağa ile beraberdik. Menderes rahmetliye Ağa derlerdi. Geniş toprakları var ya… Büyük illerden ikişer, küçük illerden de birer kişi gelecek, Ağa’nın evinde, seçim meselesini konuşacağız’ dedi. Ertesi günü dedikleri saatte Çankaya’daki Adnan beyin evine gittim. Samet Ağaoğlu da oradaydı. Salona geçtik. Sol odadan Adnan beyin sesi geliyordu. Kapıyı araladım. Karşısında Bursa milletvekili Agâh Erozan var. Samsun milletvekili Muhyittin Kefeli ve daha birkaç arkadaş. Adnan Beyin vatanperverliğine misal olduğu için bu hatıramı söylüyorum. Agâh bey, Adnan beye diyor ki: ‘Efendim, muhalefet, plânsız, projesiz siyasî yatırım yapıyorlar. Bu kadar şeker fabrikası, bu kadar çimento fabrikasını nereye verecekler, toprağa mı gömecekler, diyorlar. Bir plânlama kurarsak, bu menfiliği kırarız. Benim bunları dile getirmem, seçime gidiyoruz, seçimi kaybederiz, diye söylüyorum.’ Başvekil: ‘Bak Agâh Bey, eğer ben yüzde 84’lerin – yüzde 84 insanımız köyde yaşardı – kalkınması pahasına ben seçimi kaybedeceksem, öper başıma koyarım.’ dedi. ‘Ama üzülmeyin… Belki fire veririz ama tek başımıza iktidar olacağız.’ diye devam etti. Efendim, ikinci hatıram Refik Koraltan’la ilgili… DP iktidar oldu 1950’de… Koraltan’ı Mithatpaşa Caddesindeki evinde ziyarete gittik. Konyalılar da gelmişlerdi. Onlar Koraltan’a sordular: ‘Efendim, sebeb-i ziyaretim, istirhamımız, ezanı Arapça yapalım.’ O zaman Türkçe okunuyordu. Koraltan düşündü, düşündü cevap verdi: “Haklısınız ama buna ben re’sen karar veremem. Biraz zaman geçsin, inşallah o da olacak’ dedi. Bunda yine Konyalılar öncü oldu. Biliyorsunuz. Dinî konularda Konyalılar öncüdür!”
Bir devrin sona erdiği gün Başbakan Adnan Menderes, 14 Mayıs 1950 seçiminden sonra yaptığı ilk konuşmada, “Şüphe yok ki 14 Mayıs, bir devre son veren ve yeni bir devir açan müstesna ehemmiyette tarihî bir gün olarak, daima anılacaktır. 14 Mayıs seçimleriyle memlekette şimdiye kadar yapılanlarla ölçülemeyecek ehemmiyette mühim bir inkılâbın, en mühim merhalesi aşılmıştır” demişti.
Halkın iktidarına karşıydılar emalist ideologların başında gelen Şevket Süreya Aydemir, Menderes’in sözlerini şöyle tenkit etmiştir:
“Yeni iktidarın ilk günü, iyi başladı denilemez. Hem Atatürk’ün, hem gelmiş geçmiş inkılâpların, yalnız hatırlanmayışı değil de, bir nevi inkâr edilişi, iyi bir başlangıç sayılamazdı. Çünkü bu suretle, arkada kalanlarla bütün bağlar kopuyordu. Bütün köprüler yıkılıyordu. Sanıyorum ki, bu bağların kopuşu, bu köprülerin böylesine yıkılışı, Demokrat Parti iktidarını ve Menderes’i memlekette ve parlamentoda, yıllar yılı olgunlaşıp gelen tarihî gelişmenin biraz dışına atmıştır. Ve onlara yeni bir devrin, yeni bir nizamın, ancak şimdi, yani kendileriyle başladığı gibi yanlış bir benlik şuuru vermiştir. Başvekilliğe kadar normal yollarla gelen Menderes’in bu ilk ve aşırı çıkışı, öyle sanıyorum ki, 1950-1960 arasındaki çatışmaların ve sonuçların meydan alışında önemli bir sebep bir faktör olsa gerektir…” (Menderes’in Dramı, s. 208. )
Neden DP? Demokrat Parti, Aydemir’in, “keşke demeseydi, keşke yapmasaydı” mealindeki yorumlarına muvafık hareket etseydi, Adnan Menderes, kesin bir farklılık ortaya koymasaydı, varlık sebepleri olmayacak, dolayısıyla CHP’nin bir fraksiyonu görüntüsü verecekti ki, bu da halkı tatmin etmez, yeni arayışlara iterdi. Eski DP Milletvekili Halis Tokdemir bana şunu demişti: “Daha önce de parti kurulmuştu. Meselâ halkın içinde ‘kuzu partisi’ diye anılan Nuri Demirağ’ın Millî Kalkınma Partisi’ne halk itibar etmedi. Halk Atatürk’ü seviyordu. Hem de çok. Atatürk’ün arkadaşı, son başvekili Celal Bayar kalkıyor bir parti kuruyor. İlk zamanlar halk Menderes’i bilmiyordu. Hususiyetlerini tanımıyordu. Celal Bayar öndeydi. Atatürk’ün arkadaşının öncülüğü partiyi halkın nezdinde kabul ettirdi.” 27 Mayıs 1960 İhtilali’ne götüren ruh hâlini vermek için Demokrat Parti ve Cumhuriyet Halk Partisi arasında cereyan eden çekişmenin şiddetini ortaya koymamız gerekir.
Hâlbuki, Demokrat Parti’yi kuranlar da önce CHP’li idiler. Bu kadar birbirlerine karşı hırçınlaşmaları ve garezkâr hareketleri, halk tabakalarına da giderek yayılmış ve particilik neredeyse şahsîleştirilerek bir ölüm kalım mücadelesi hâline getirilmiştir. Seçim dönemine ait bir anekdotu nakletmek isterim. Muhalefetin korkusu, DP’nin kazanacağının belli olmasıyla birlikte İsmet İnönü’nün akıl almaz bir oyuna girip seçim yapmaktan vazgeçeceği idi. DP’de mukabil oyunlar geliştirmiştir. Celal Bayar İttihatçı geleneğinden gelen bir politikacıdır. O da İsmet İnönü kadar politikanın kurnazlıklarını bilmektedir. 14 Mayıs seçimlerinden önce DP teşkilâtına gizli bir haber salar ve der ki: İsmet İnönü’nün seçim gezilerine katılacak ve onu alkışlayacaksınız!
Buradaki maksadı, İnönü’nün seçimlerden vazgeçme tavrını ve sandıklara müdahalesini önlemektir. İnönü, etrafındaki kalabalığı ve coşkuyu gördüğünde, seçimi kazanacağına emin olacaktır. Seçimden bir hafta evvel İzmir’dedir.
İnönü kendisini karşılayan ve alkışlayan kalabalıktan son derece mesrurdur.
Gazetecilere DP’yi kastederek şunu söyler: “Ben bunları yenerim. Siz de görürsünüz!”
Üç grup Samet Ağaoğlu, ki Demokrat Parti milletvekili ve bakanlarındandı, “Arkadaşım Menderes” adlı kitabında Demokrat Partinin sosyal yapısı hususunda şu tespitlerde bulunur: “D.P.; köylü, işçi, esnaf, yeni fikir ve görüşlerin etkisi altında genç aydınlar ve bunların aralarında, Halk Partisi’nden çeşitli sebeplerle ayrılanların, el ele ayaklanmaları şeklinde doğmuştur. Partinin idareci kadrolarına da, bu bünyesine uygun olarak, demokrasiye yüzde yüz inananlarla, başka ideolojilere bağlananlar ve sadece şahsî çıkarlarının peşinde olanlar da girdiler. Böylece, Demokrat Partinin çatısı altında üç grup insan toplandı: – Demokrat idealine bağlı genç idealistler, – Demokrat idealine bağlı tecrübeli idealistler, – Demokrat Parti’nin temsilcisi bulunduğu idealle ilgili bulunmayanlar…” (s. 63)
Bunun yanında 1950’li yıllardan beri politikanın içinde yer alan Dışişleri eski Bakanı Prof. Dr. Turan Güneş, Demokrat Parti iktidarına “aydınlar”ın bakışını şöyle değerlendiriyordu: “Arapça ezan gibi birçok konuda DP’nin en basit, en kolay, en demagojik yolları seçtiği söylenebilir. Ama bu, olayın çıplak gerçeğini ortadan kaldırmaz. Türkiye ilk kez bir çeşit sivil topluma yöneliyordu. Yahut bir başka deyimle, halk şimdiye değin yabancısı bulunduğu iktidarı ele geçiriyor veya etkilenebiliyordu. Bunun sonucu, bu kez seçkinlerin yeni iktidar modeline yabancılaşması olmuştur. Seçkinler, kendilerini aşan, kendi değer yargılarına ters düşen ve çağ dışı saydıkları bu modeli bir türlü kabul edememişler, daha doğrusu böyle bir toplumda yerleri ve işlevlerini saptayamamışlardır.” (Araba Devrilmeden Önce, 1983, s. 102-103.)
Bayar ve İnönü barışı Hüseyin Agun, Demokratlar Kulübü Başkanı. Agun, 1913 doğumlu. Orman Başmüdürü iken 1954 seçimlerinde Meclis’e girdi. 2.5 yıl hapis yattı. “Demokrat Parti İktidarının Kıbrıs Politikası 1950-1960” adlı bir de kitabı vardır. Celal Bayar’la İsmet İnönü’nün barışmasına şahit oldu: “Celal Bayar İstanbul’dan Ankara’ya gelmişti. Hapis yattıktan sonra oluyor. Mevhibe İnönü telefon ediyor: ‘Beyefendi, sizi Paşa Hazretleri beş çayına davet ediyor. Ben de pasta yaptım. Lütfen teşrif ediniz’ diyor. Bayar’ın damadı Ahmet Gürsoy’un evi Ankara’daydı. Bayar orada kalırdı. Davet geldiği sıra, Çorum milletvekili arkadaşımız vardı, kazada vefat etti, onun evindeyiz. Celal Bayar telefona gitti. Sonra bize: ‘Mevhibe Hanım telefon etti, böyle şey söyledi. Ne dersiniz?’ diye sordu. ‘Beyefendi’ dedik. Davete icabet etmeniz lâzım. Bu iş kalksın ortadan. Böylece barışıyorlar. Adalet Partisi, cesaret edip de bizim affımız ve haklarımızın iadesi için bir adım atamadı. Yine İnönü meseleyi Meclis’e getirdi, onlar da imzayı attılar.”
Demokratlara bürokrat tepkisi Dr. Esat Öz’ün Demokrat Parti iktidarı ile ilgili önemli tespitleri bulunmaktadır. Öz, özellikle bürokratların ve aydınların DP iktidarı karşısındaki tavırlarını ele alır ve yorumlar. Sivil bürokrasi ise yeni siyaset sınıfına ve siyasete ‘elitist’ yaklaşmakta, onu küçümsemektedir. 1950’lerdeki siyaset, ‘politikanın sokağa (ayağa) düşmesi olarak tanımlanmış ve siyasî elitin bürokratik mekanizmadan çok, iş adamları ve geniş halk kitleleri ile temasta olduğundan şikâyet etmiştir. Entellektüel elitin bakışı da bürokratik elitin bakışından farklı değildir. Demokratların pragmatik politikasına tepki göstermektedirler.
Menderes’i hazmedemediler Elitlerin, bürokratların DP’lilere bakışı farklıdır. Dr. Esat Öz, sonuç olarak şunları yazar: “Bir tarafta, sosyo-ekonomik gücü ve prestiji giderek artan ticaret-sanayi erbabı ve köylü sınıfıyla birlikte DP; diğer tarafta ise prestijini ve ayrıcalıklı statüsünü kaybetmeye başlamış bir sivil-asker bürokratik elitle onun sözcülüğünü üstlenmiş CHP yönetimi. Bu iki “blok” arasındaki amansız rekabet ister istemez dönemin hem siyasal söylemini hem de pratiğini şekillendirmeye başlamıştır. (Ö) Asker-sivil bürokratik elitle entelektüel elitin 1950’lerdeki DP politikasına 27 Mayıs darbesiyle verdiği cevap, demokrasi yolunda alınan mesafenin önemini azaltmış, yeni gerilimlerin tohumlarını ekmiştir.” (“Türkiye’de Demokrasinin Gelişimi ve Demokrat Parti”, Türkiye Günlüğü, Yaz 1998, s. 35-36.) Demokrat Parti, iktidara geldiğinde ordu içinde kıpırdanma olmuş mudur? Rivayet muhtelif… Zaman zaman yazılan bir hikâye vardır… Bu hikâye İsmet İnönü’nün başbakanlığı sırasında, Günvar Otmanbölük tarafından 1962’de Yeni İstanbul Gazetesi’nde de yazılmış, ancak İnönü yalanlamamıştır. Olay şu: “14 Mayıs 1950’de geç saatler. Sandıklar açılmış ve oylar ekseriyet DP’ye çıkıyor. Gece Genelkurmay Başkanı Abdurrahman Nafiz Gürman hışımla makamına geliyor. Ama odasında Kara Kuvvetleri Komutanı Nuri Yamut oturmaktadır. Org. Yamut: – Paşam Demokrat Parti iktidarı kazanmıştır. Org. Gürman: – Bu adamlara memleketi teslim edemeyiz! Bu muhavere üzerine Nuri Yamut tabancasını çekiyor ve: – Meclis toplanıncaya kadar mevkufsunuz. Daha sonra ben sizin emrinizdeyim. Lüzumu ne ise onu yaparsınız. Org. Gürman enterne ediliyor ve odaya kapatılıyor. Meclis açılıp Celal Bayar cumhurbaşkanı seçildikten sonra Org. Gürman serbest bırakılıyor. 6 Haziran 1950’de toplanan Bakanlar Kurulu kararıyla Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları değiştiriliyor. Kararname 8 Haziran 1950’de 7527 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giriyor. Bu kararnameyle Org. Nuri Yamut Genelkurmay Başkanı olmuştur. Bir başka rivayet: Bir albay, Menderes’e gelmiş ve İnönü’nün etrafında toplanan bazı kumandanların darbe hazırladığını haber vermiştir. Bu haber üzerine 13 Haziran 1950’de Menderes şu ağır konuşmayı yapmıştır: “Size esefle haber vermek isterim ki, iktidara gelişimiz henüz bir ayı bulmadığı halde, bazı zaruri değişiklikleri mesele ittihaz ederek Cumhuriyet Halk Partisi, orduyu aleyhimize tahrik etmek yoluna sapmıştır. Bizim bütün çalışmalarımız memleketimizde demokrasiyi perçinlemeye matuftur. CHP, eğer başarılı bir çalışmaya girmek istiyorsa, başlarındaki iktidar hastalarını atmalıdır. Bu iktidar hastaları, havayı karıştırmak istemektedirler. Memlekette siyasi iktidarı muhtal (bozuk) göstererek, bir polemiğe, bir hücum ve taarruza geçmişlerdir.” (Menderes’in Dramı, s. 212.) Şevket Süreya Aydemir, bunu “çocukça bir ihbar oyunu” diye anlatır. Metin Toker, askerin müdahale etme talebinin “külliyen yalan” olduğunu yazar: “Asker’in 1950 seçimlerinden sonra Cumhurbaşkanı İnönü’ye gidip o isterse sonuçları iptal etme teklifinde bulunduğu hiçbir asıl ve esası bulunmayan yalandır. Bunu, ordu yüksek kademesini toptan değiştirme niyetindeki yeni DP iktidarı çıkartmış, kendi yayın organı Zafer Gazetesi’ne yazdırtmış, derhal tekzip olunmuştur: Böyle bir teklif değil, böyle bir ziyaret dahi yoktur! Buna rağmen iddia tekrarlanıp durmuştur. Daha eskiye gidilirse rejimi tek partiden çok partiye, yani demokratik parlamenter sisteme geçirme kararı askerden hiçbir mukavemet görmemiştir. Zaten Milli Şef, bunun ‘icazet’ini ondan istememiştir.” (Milliyet, 22 Nisan 2000) * * * Muhaliflerin ve muvafıkların sözleri… İki tarafın da anlattıkları birbirine zıt.
‘İsmet Paşa gibi bir muhalif’ İhtilâlcilerden Dündar Seyhan hatıralarında bahseder. Kendisi 38 kişilik Millî Birlik Komitesi’nde olmamakla bereber, ihtilâl hazırlığının ileri safhalarında bulunmuş, ihtilâl vaktinde de Washington’a vazifeli gitmiş ve ihtilâlin ardından yurda dönmüştü.
Yassıada’da, tutuklulara çok kötü muamele yapıldığı söylentileri ayyuka çıkmıştır. MBK’nın bazı üyeleri söylentileri yerinde incelemek üzere adaya giderler. Menderes’le görüşürler. Dündar Seyhan’ı okuyalım: “Numan Esin; geçen on yıllık hükümet etme sonunda iktidarlarının ihtilâlle sona erişi bakımından, olayların sorumluluğunu inceleyip incelemediğini ve bu incelemede şahsen bir vicdan muhasebesi yaptıysa neticesinde neye ulaştığını sual olarak ortaya getirdi. (…) (Menderes) Her olaydaki yanlış tutumlarına muhalefeti sebep, saik ve müşevvik olarak gösteriyordu. (…) Sonra: – İhtilâl gelişi ile bizi de, Türkiye’yi de bir uçuruma yuvarlanmaktan kurtarmıştır. Dedi.
Yaptığı açıklamalar karşısında bir nokta özel bir önem kazanıyordu.
Ortaya getiriverdim. – Adnan Bey, dedim. 1950’de tamamen meşru olarak iktidara geldiniz. Milletin ekseriyet reyiyle 10 sene iktidarda kaldınız. Yukarıdaki izahatınızla, bu memlekette her meşru olarak iktidara gelen parti tutumu ve tedbirleri ne olursa olsun memleketi on sene sonra ihtilâle mi götürür demek istiyorsunuz? Biraz düşündü… Yarı gülerek; – Muhalefet lideri İsmet Paşa olursa, evet, dedi.” (Gölgedeki Adam, s. 124.)
Hırçınlığın zararı Demokrasi hırçınlıkla başlamış, muhalefet ve iktidar, amansız bir düşmanlık yolu tutmuş ve sonunda ihtilâle gelinmiştir. Yukarından beri izah ettiğimiz ruh hâlini Menderes de tespit etmiştir. İnat ve gayz insanların basiretini bağlıyor ve meseleyi daima şahsîleştiriyor. Oysa ki, politikacı kendisi için değil, cemiyet için vardır ve varlık sebebi de cemiyettir. Türkiye’nin demokrasiye geçişinde sancı büyük olmuştur. Demokrasiye geçişinin sancısının büyüklüğü kadar demokraside siyasîlerin tavrını hazmedip hatasıyla sevabıyla kabullenmek de o derece zor olmuş ve netice ihtilâle gelip dayanmış.
Enver Paşa’nın masası DP’nin Millî Savunma Bakanı idi. Bu fotoğraf 1953’te Celal Bayar’la birlikte alınmıştır. Kenan Yılmaz’ın sağ omuzunun ardında görünen Celil Gürkan’dır. Celil Gürkan, o zaman binbaşı rütbesinde ve Kenan Yılmaz’ın yaveriydi. Gürkan, Cunta, 9 Mart 1971’de ihtilali gerçekleştirseydi, Başbakan Yardımcılığına getirilecekti. Ancak, güvendiği insanlar Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, emir kumanda zincirinde 12 Mart 1971’de Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmac’ın kumandasında Deniz Kuvvetleri Komutanı Celal Eyiceoğlu ile birlikte hükûmete muhtıra vermiş, Tümgeneral Gürkan ve 12 arkadaşını emekliye sevketmişlerdir. İkinci resimde Kenan Yılmaz’ın oturduğu masa Enver Paşa’nın masasıdır. Önceki Millî Savunma Bakanı Enver Paşa’nın masasına oturmuştu. Bu da tenkit edildiği için, Kenan Yılmaz bakanlığa getirilişinin ilk günü hatıra fotoğrafı çektirmek için oturmuş ve sonra masayı müzeye göndermiştir.
“Erzurum ile Tortum’u birleştireceğiz” 1957’de Erzurum’dan milletvekili seçildi. 1922 doğumlu. Ankara Hukuk Fakültesini bitirdi. Yassıada’da beraat eden 47 kişiden biridir. 1.5 yıl kadar tutuklu kaldı. AP’den Erzurum senatörü seçildi. “Erzurum Atatürk Üniversitesi’nin temeli 1957’de atılmıştı. 1958’de dersler başladı. Ankara’dan Erzurum’a büyük bir misafir treni tertip edilmişti. Biz Erzurum milletvekilleri olarak o trende misafirlerle beraber gittik. Bizden bir gün evvel, uçakla Menderes ve Celal Bayar gittiler. Tren, Erzurum İstasyonu’na geldiğinde, baktık ki Menderes ve Erzurum belediye başkanımız Edip Sunguroğlu oradalar. Menderes elimi sıktı. Benim Tortumlu olduğumu biliyordu. Bana dedi ki: ‘Erzurum’la Tortum’u kavuşturacağım.’ İnşallah dedim ama, düşündüm; ne manada söylüyordu? Sonra buldum. Türkiye’nin kalkınması sanayileşmesi kafamıza yer etmişti. Erzurum’u Tortum’a kavuşturmak ekonomik manada söylenmişti. Sanayi kuruluşlarıyla birleştirecekti. Menderes hakikaten çok ihatalı bir liderdi.”
Menderes, DP iktidarını Anadolu köylerinin desteğiyle 4 yılda iktidara taşıdı Menderes’in kalkınmayı köylerden başlatması DP’nin oylarını 1954’te en yükseğe ulaştırıyor. 1957 seçimlerinde ise düşüyor. Yeni bir seçim olsaydı düşmesi mukadder olacaktı, ama bu seçim yaptırılmıyor.
Hizmet adamıydı
Demokrat Parti’nin iktidara gelişi 14 Mayıs 1950 seçimleri ama bunun zemini 1946’da atılmıştır. Bu yıl CHP 396, DP 62, bağımsızlar ise 17 milletvekilliği kazanmıştı.
Seçimlerin normal şartlar altında geçmediği herkesçe biliniyordu. Oylar açıktan atılmış, sayım ise gizli yapılmıştı. Bu anormal bir durumdu.
Ali Fuat Başgil, “Bu 62 mebusluk, muhalefeti tatmin için çok zayıf, fakat halkçılara üzüntü vermek için kâfi bir başarı idi. (…) Demokratların durumu ne kadar zayıf olursa olsun, Meclis’e girişlerini CHP surlarında açılmış bir gedik olarak kabul etmek gerekiyordu.” demiştir.
DP daha kurulalı iki yıl olmuştu… CHP nasıl kendi içinden DP’yi çıkardıysa, DP de Millet Partisi’ni doğurdu.
DP içinden bazıları Celal Bayar’a şüpheyle bakıyor ve ikili oynamakla suçluyorlardı. Sebep de anti-demokratik olarak görülen eski Mussolini yönetiminden alınmış Ceza Kanunu’nun altında, geçmişte onun da imzasının bulunması idi. Bayar, “Tarihin zaruretleri neticesi çıkardıkları bahis konusu kanunları bugünkü şartları anti-demokratik hâle getirmiştir” dese de, rakiplerini ikna edemiyordu.
DP’nin İstanbul İl Başkanı Avukat Kenan Öner, General Sadık Aldoğan, Osman Bölükbaşı, Fuat Arna ve bazı milletvekilleri DP’den ayrılıp Millet Partisi’ni kurdular. (20 Temmuz 1948).
CHP, DP bünyesinden yeni bir partinin çıkmasından memnun olmuştu, ama çok geçmeden bunun DP’nin parçalanıp ufalması anlamına gelmediğini anlamıştı. Daha muhafazakâr olan ve sert muhalefet yapan Millet Partililer, bunun yanında DP’liler ve CHP’ye iki koldan taarruz etmeye başlamışlardı.
Bunun karşısında CHP de sertleşmişti. Basın Kanunu değiştirildi. Gazeteciler takibe alındı ve bazılarının bileklerine kelepçe vurulup tutuklandı.
Köylerde zulümler arttı. Hükûmet makamlarının emirlerine uymadıkları iddiasıyla Aslanköy ve Senirkent halkı, kadın-erkek, suçlu-suçsuz ayırdedilmeden elleri bağlanarak hapishanelere gönderildi.
CHP, cop ve dipçik zoruyla iktidarını devam ettirme yolunu seçmişti. Cop ve dipçik zoru meselesi son derece önemlidir. DP iktidarını darbeyle düşürenler ve onlara “fetva” veren koskoca profesörler DP’nin keyfî uygulamalarını ve Anayasa’yı ihlâlini ihtilâl sebebi gösterip meşruiyet aramışlardır. Öte yandan İsmet İnönü’nün tek parti döneminin yasakları, ihlâlleri, copları, dipçikleri, eziyetleri görmemezlikten gelinmiştir.
1946 seçimlerinde, bahsettiğimiz gibi, kapalı oy, açık tasnifle seçim yapılmıştı. Muhalefet, şiddetli münakaşalardan sonra, CHP iktidarını gizli oy, açık tasnife razı edip bir kanun çıkmasını sağladı.
SEÇİMLER14 Mayıs 1950’de yapılan seçime katılma oranı yüzde 89.3 oldu. 
DP, 4.241.393 oy almış ve 420 milletvekili çıkarmıştı. CHP’nin oyu 3.176.561 idi. Çıkardığı milletvekili sayısı ise 63, Millet Partisi 1 milletvekilliği kazanmış, Meclis’e üç de bağımsız girmişti. DP’nin oy oranı yüzde 52.7; CHP’nin ise yüzde 39.4’tür.
Yeri gelmişken, ihtilâle kadar olan seçimlerin sonuçlarına da bakalım:
1954 seçimleri:
DP: 5.151.550 (%57.6), 505 milletvekili; CHP: 3.161.696 (% 35.4), 31 milletvekili, CMP (Cumhuriyetçi Millet Partisi): 434.085 (% 4.9), 5 milletvekili; bağımsız: 1.
1957 seçimleri:
DP: 4.372.621 (% 47.9), 424 milletvekili; CHP: 3.753.136 (%41.0), 178 milletvekili; CMP: 652.064 (% 7.1), 4 milletvekili.

* * *
Yukarıda görüldüğü gibi DP 1954’te en yüksek oya ulaşmış, 1957’de ise bu oranda düşme görülmüştür.
Ruhu için Fatiha
Millet Menderes’i çok sevmişti. Kalkınma ve halkın inancına saygı halkın DP etrafında kenetlenmesine yetmişti. Ankara Tunus Caddesi’nde Köprülü Apartmanı’nda dinlediğim eski DP’liler Menderes’in hizmet aşkı üzerinde hemfikirdiler.
Ekrem Dikmenoğlu, Trabzon DP İl İdare Kurulu üyesi. 1933 doğumlu. İstanbul Yüksek Ticaret Mektebi mezunu. 1961-1977 arasında Adalet Partisi’nden Trabzon milletvekilliği yaptı. Menderes’in kalkınma ve imara verdiği önemle ilgili hatıralarını anlattı:
“İstanbul sahil yolu yapılırken, şantiye şefliği yapan bir arkadaşım vardı. Gebze’de askerliğimi yapıyordum. Şoförümle sahil yoluna gelmiştim. Kırmızı plâkalı arabaları görünce, cipten indim. Menderes gelmişti. Yanına varıp elini öptüm. Menderes çakıl yığının bir tarafına oturmuş, işçiler de oturmuş şantiye şefi arkadaş izahat veriyor. Menderes o sıra, işçileri göstererek, sordu: ‘bu çocuklara sabahleyin ne veriyorsun?’ O da: ‘Çay, zeytin, peynir, reçel…’ deyince Menderes: ‘Evlâdım, bunlar ağır işçilerdir. Bundan sonra kazan kaynatacaksın. Kahvaltıyla çalışamazlar.’ dedi.
Ankara’ya milletvekili olarak geldiğimde, Topal Osman’ın çetesinde bulunmuş, Süleyman baba diye bir şoför vardı, Meclis karşısındaki taksi durağında. Onun arabasıyla Bendderesi tarafına gittim. Yeni açılan yolun kenarında bir kayalık yerde indi.. Dua ediyor. Duası bitince arabadan indim dedim ki: ‘Süleyman Baba, kime okudun bu duayı?’ Süleyman Baba anlattı: ‘Senelerce Bendderesi taşar ve insanlar boğulurdu. Bir akşam arabama bir zat bindi. Buraya geldik. Şantiyeleri dolaşıyor. Arabada pasta falan çıkarıyor, kendisi yerken bana da ikram ediyor. Bendderesi’ne geldik. İndi, inceledi. Sonra arabaya bindi, bana: ‘Çek evlâdım başbakanlığa.’ deyince uyandım. Arabaya binenin Menderes olduğunu anladım. Arabadan indim, elini öptüm. Kendisini başbakanlığa getirip bıraktım. Gece sabaha kadar dolaştığımız için iki yevmiyemi peşin verdi. ‘Bu akşam çalışmayacaksın, yarın sabahtan itibaren çalışırsın.’ dedi. Müşterim kim olursa olsun, buraya geldiğimde mutlaka Menderes’in ruhuna Fatiha okurum.’
Demokratlar Kulübü
“Demokrat Kulübü” yerine “Siyasî, İçtimaî Terbiye Kulübü” desek yeridir. En küçüğü 80’e merdiven dayamış DP milletvekilleri son derece alicenap ve nazik insanlar… O vakitte mi öyleydiler, yoksa zaman mı onları yoğurdu bilemiyorum. Ama artık tükenmeye yüz tutmuş birer insanlık nümunesi gibi göründüler bana. Bu insanları Köprülü Apartmanı’ndan alıp hemen karşılarındaki TBMM binasında bir odayı tahsis etsek, bütün milletvekilleri için mutlak bir kazanç olacaktır. Fotoğrafta yer alanlar: Osman Alihocagil, Ekrem Dikmenoğlu, Özer Kenan Yılmaz, Hidayet Sinanoğlu, Hüseyin Agun, Ahmet Nuri Kadıoğlu, Halis Tokdemir, Sami Soylu, Dursun Tosun…
“Otuz sene sonra TBMM bizi akladı”
Konya milletvekili… 1916 doğumlu. Ankara Hukuk Fakültesi mezunu. Meclis’e DP’den 1957’de girdi. 2.5 yıl hapis yattı: “Menderes’i çok severdik, sayardık. Şöyle bir hatıramız oldu. 1960 ihtilâlinden bir hafta önce Konya milletvekilleri olarak onu ziyarete gittik. Arkadaşlardan birisi dedi ki: ‘Beyefendi ihtilâl olacak diyorlar. Herhâlde bir tedbir almışsınızdır. ‘Menderes: ‘Benim her şeyi delip geçen keskin bir zekâm vardır. Eğer ben orduya güvenmesem, tâ İstanbul’a en yakın yere kadar orada garnizon kurmazdım. Tabiî biliyormuş ama böyle gösteriyordu. Yassıada’da 400’e yakın DP milletvekili vardı. Bunun 350 küsuru 5 yıl 2 aydan başlamak üzere müebbede kadar hapse mahkûm edildiler. Sonra af çıktı, 2.5 sene yattıktan sonra tahliye edildik. Yalnız bizi teselli eden şey şu: bizi “TCK’nın 146. maddesine göre Anayasa’yı ihlâle teşebbüs”ten mahkûm etmişlerdi. Vatan haini olarak ilân etmişlerdi. Ama karardan 30 sene sonra TBMM’den iade-i itibar kanunu çıktı. O kanunda diyor ki: ‘Yassıada’da Yüksek Adalet Divanı tarafından verilmiş olan cezaî, hukukî, malî bütün kararlar keen lem yekûndur. Yoktur. Bu bizi teselli etmiştir.”
DP halkla bütünleşti
DP, iktidarı “Yeter söz milletindir!” sloganıyla almıştı.

14 Mayıs 1950 seçimlerinden sonra milletvekilleri Ankara’da toplandılar. Önce yeni bir cumhurbaşkanı seçildi.
Bazı genç milletvekilleri Celal Bayar’ın cumhurbaşkanı seçilmesine karşıydılar. Bunlardan biri de Gümüşhane Milletvekili Halis Tokdemir’di. Tokdemir, parti içinde demokratik tavırların her zaman konduğunu belirtiyor. Tokdemir, 1950-1957 arasında Gümüşhane Milletvekilliği yaptı. Ortaokuldan sonra İstanbul’a geldi, Sen Josef ve İstanbul Hukuk Fakültesi mezunu. 1920 doğumlu. Kendisiyle yaptığım konuşmayı veriyorum:
“Herkes fikrini söyler”
“Daha 26 yaşındayken, 1946’da İstanbul Kuzguncuk parti teşkilâtını kurduk. 1946’da seçim oldu. Ben sandıkları gezdim. Kuzguncuk’ta çok sevdiğim bir arkadaşımın babası, mal müdürü idi, emekli. Sandığın başına onu oturtmuşlar. Memurlar CHP’dendi. Akşam olmuş; vakit dolmuştu. Bey amca sayım yapmıyor muyuz? diye sordum. ‘Ne sayımı yahu! Ben oyları yırttım!’ Oylar yırtılmaz, sayılması gerekir, dedim. Bana: ‘Sen karışamazsın. Ben burada yetkiliyim’ dedi. Oyları saymadı.
Biz Menderes’i çok severdik. Ama her dediğini yapan bir mebus değildik. Menderes’e zaman zaman karşı gelenlerden birisiyim. Demokrasi babında karşı geliyorduk. Celal Bayar’ın Cumhurbaşkanı olmasına gençler olarak karşıydık. Partinin başında kalmasını, tecrübeli bir başbakan olarak memleketi idare etmesini istiyorduk. Onun için cumhurbaşkanlığına rey vermedik.
Menderes, çok sevdiğimiz, eski talebe liderim Tevfik İleri’yi grup başkanlığına aday göstermişti. Biz de Tevfik ağabeyin karşısında Antalya Milletvekili Dr. Burhanettin Onat’ı destekliyorduk. Nitekim Onat kazandı.
DP’yi Türk Milleti seçtirdi, Türk milleti kaybettirdi, ihtilâli de Türk milletinin yaptığına kaniim.”
Eski Niğde Milletvekili Ali Ulvi Arıkan da, partide parti başkanının hegemonyasının olmadığını, herkesin fikrini açık açık söylediğini belirtmişti.
Celal Bayar, 22 Mayıs’ta, 387 milletvekilinin oyu ile cumhurbaşkanı seçildi. Refik Koraltan Meclis Başkanı, Adnan Menderes Başbakan, Fuat Köprülü Dışişleri Bakanı oldu. Parti kurucusu bu dört kişiden Köprülü, eski arkadaşlarıyla anlaşamadı ve 1957’de ayrıldı. Diğer üçü 1960 yılına kadar aynı vazifede kaldılar.
Halk için
Demokrat Parti iktidara geldiğinde üç önemli karar almıştır ki, bu halkla bütünleşmenin de başlıca gayesi olmaktaydı.
Birincisi; ezanın Arapça okunması kararı. Bu karar sadece DP’nin değil, aynı zamanda CHP’lilerin de görüşü olduğu için karar ortak alınmıştır.
İlkokuldan itibaren çocuklara dinî eğitim verilmesi. Öncaki iktidar zamanında dinî eğitim okullarda verilemiyordu. DP, ilkokul dörtten itibaren dinî eğitimi seçmeli olarak okutulması için kanun çıkarttı.
Üçüncü bir karar da, Türkçeleştirmek adına 1924 Anayasası bozulmuştur. Eski metne geri dönüldü.
Hatalar
Zaman içinde bazı hatalı yollara da girilmiştir. Bu hataların belli başlısı Türk Milliyetçiler Derneği’nin kapatılmasıdır. Türk Milliyetçiler Derneği’nin gayesi “Bir taraftan gençler arasında yapılan komünistlik propagandasını önlemek, diğer taraftan da memleketin manevî değerlerini, örf ve âdetlerini korumak” idi. Bu derneğin kapatılmasına sebep de, Vatan Gazetesi sahibi ve başyazarı Ahmet Emin Yalman’a Malatya’da yapılan suikasttir. Yalman suikastte yaralanmıştı. Suikastçı Hüseyin Üzmez’in fikren Türk Milliyetçiler Derneği’nden beslendiği iddiasıyla bu dernek kapatıldı.
Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, Demokrat Parti iktidarının Türk Milliyetçiler Derneği’ni kapatmasını büyük bir hata olarak görür:
“Türk Milliyetçiler Derneği’nin kapatılmasından sonra meydanı boş bulan CHP durmadan üniversite gençliği arasında birbiri ardısıra çeşitli tahrik yuvaları kurdu. Bilhassa ‘CHP Gençlik Kolları’, ‘Devrim Ocakları’, ‘Mustafa Kemal Derneği’ gibi adlarla kurulan bu cemiyetlerin her birinin gayesi, üniversiteli gençleri İnönü’nün partisine sokmak idi. DP ise CHP’nin giriştiği bu faaliyet karşısında hareketsiz duruyordu. İşlediği hatanın büyüklüğünü ancak 28 Nisan 1960’ta İstanbul Üniversitesi talebelerinin ayaklandığı gün anlayabildi.” (27 Mayıs İhtilâli ve Sebepleri, s. 98.)
Seçime gidilecekti
1960 darbesinden bir gün önce de, Menderes, Eskişehir’de yeni seçime gidileceğini açıklamıştı. Bunu açıklama ihtiyacı duymasının sebebi, ortalıkta seçim yaptırılmayacağına dair dolaşan şayialardı. Menderes’in yaptığı konuşma:
“Maalesef bir aydan beri çok mühim hâdiseler cereyan etmektedir. Bu hadiselerin manası, seçim isteği değil, fakat zorlama ile iktidara gelinebilir mi, yoklamasıdır. Milletin olgunluğuna ve demokrasinin faziletine inanıyoruz. Gayrimeşru yollarla iktidara gelmek ve gitmek kabul edemeyeceğimiz birşeydir. Türk milleti demokrasiye ve DP’ye sadıktır. Yolumuz seçim yoludur. Seçimden başka iktidara gelme yolu olmadığını herkesin bilmesi gerekir.” (Nazlı Ilıcak, 15 yıl Sonra 27 Mayıs Yargılanıyor, C. 1, 1975, s. 150.)
‘Babanız öldü’
En çarpıcı örneklerden biri, herhâlde DP döneminin Millî Savunma bakanlarından Kenan Yılmaz’ın oğlu, eski 1977-1980 arası Adalet Partisi’nden Bursa Milletvekili Özer Kenan Yılmaz’ın anlattıklarıdır:
“Rahmetli Refik Şevket İnce, Millî Savunma Bakanı oldu. Sivilleştirme harekâtına başlamak üzere rahmetli babamı (Kenan Yılmaz) Millî Savunma Müsteşarı yaptı. 14 Mayıs’ı Demokrat Parti kazanmamıştır; Halk Partisi kaybetmiştir. 1954’te ancak Demokrat Parti kazanmıştır. Halk Partisi’ne duyulan bir tepkidir. Vergilere duyulan bir tepkidir. Karnelere duyulan bir tepkidir. Sıkıntıdır. Üzüntüdür ve iyi idare edilememektir. Babam 1951 ara seçiminde Bursa Milletvekili oldu. Seyfi Kurtbek kurmay albaydır. Millî Savunma Bakanı idi. Enver Paşa’nın masasını getirmiş, makam masası yapmıştır. Genelkurmay Başkanı’na hitabı ‘Bana Nuri’yi çağırın!…’ türündendir. Menderes’e ve Bayar’a gidilmiş ve eğer bu adamı almazsanız ‘Vururuz!’ denmiştir. Seyfi Kurtbek alınmış ve rahmetli babam gelmiştir. Babam 6 Ağustos 1961’de Yassısada’da, 59 yaşında kalp krizinden ölmüştür. Bir cumartesi günüydü. Telefon ettiler: ‘Babanız vefat etti. Cenazesini almazsanız, biz kaldırırız’ dediler. Babamın cebinden 350 kuruş çıktı. Bir tanıdıktan aldığımız parayla cenazesini kaldırdık. Cenazesinde 15 kişiden fazla insan olmayacak dediler. 16 kişiydik. Yeğenleri, çocukları ve gelinleri. Bir tanesi çıksın, dediler. İstanbul’da Kasımpaşa’da bir camiden kalktı. Ve benim bir ahdim vardı. Yemin ettim, tekrar seni TBMM kürsüsüne çıkaracağım diye. Ben TBMM kürsüsüne çıktığımda cebimde babamın mezar toprağı vardı. Bu orduya olan bir kin değil. İsmet Paşa diyor ki: Biz ihtilâlin ne içindeyiz, ne dışında. İhtilâli yapan sensin! İhtilâl 1954 seçimleri kaybedildiği vakit kararlaştırılmıştı.”
‘Suçumuz yoktu’
1954 – 57 yıllarında Niğde Milletvekili olan Ahmet Nuri Kadıoğlu, o günleri şöyle anlatıyor:
“1957’de aday olmadım. Beni emekliliğimi doldurmak için Ziraat Bankası Tetkik üyeliğine tayin ettiler. İhtilâl olduğunda, milletvekili olmadığımız hâlde bizi de tutukladılar. Bir tayyare meydanına götürdüler. Yassıada’ya gideceğiz. Tayyarenin içinde bir başta bir subay, diğer başta da bir subay, silâhları bize tutulmuş. İstanbul’da askerî meydana indik. Bir ihtilâlci geldi, bize bağırdı: ‘Hepiniz karılarınızı Menderes’e peşkeş çekmişsiniz’ dedi. Hiç sesimi çıkarmadım. Tuttuklarını tayyareden aşağı atıyorlar. Ben ise kendim atladım. Baktım iki sıra asker. Aralarından geçeceğiz. Gidenlere tekmeyi vuruyorlar. Tam minibüse binerken ayağıma tekme geldi. Bizi vapura götürdüler. Yassıada’ya vardık. Önce yokuştan çıkardılar, sonra kumluktan geçirdiler. Yaşlı insanlar var, ellerinde bavullarıyla zor yürüyorlar. Yatacağımız yere getirdiler. Ertesi günü, bizi yemeğe götürmek için tek sıra dizdiklerinde gördüm ki, iskeleyle yatacağımız yer arasında düz, kısa mesafe varmış. Eziyet olsun diye yokuş tırmandırmışlar. Bu beni çok kırdı. Üç ay yattık. Hiçbir suçumuz yoktu.” 09 Şubat 2012
***
Bir kaç gün daha gecikse 10 Kasım'a rastgelecekti  
YENİ ŞAFAK  Kürşad BUMİN
Bizim "banliyölerimiz"i gözden geçirmekten Paris'in "problemli banliyöleri"nde olup biteni ele almaya bir türlü fırsat bulamadım. Neyse... Paris işi daha çok uzar nasıl olsa, dolayısıyla bu konuya dalmak için gecikmiş sayılmayız...
Üç yazıya sığdırmaya çalıştığım (Mesajlarıyla beni cesaretlendiren okurlarıma sesleniyorum: Söz! Bir yazı daha yayımlayacağım!) "kışla dayağı"ndan sonra bugün de gelelim bir başka "banliyö" sorununa:
Murat Vural adlı bir "işsiz" vatandaşımız Sincan'da bazı okullardaki Atatürk büstlerini boya dökerek kirlettiği için toplam 22 yıl 6 ay (yazıyla: yirmi iki yıl altı ay) hapis cezasına çarptırılmış.
Haberi okur okumaz "Aman hâkim bey bu nasıl bir cezadır böyle?" diye mırıldandığımı iyi hatırlıyorum.
22 yıl 6 ay hapis cezası, dile kolay... Sanırsınız ki Murat Vural 22 kişiyi öldüren bir seri katildir.
Gazete haberinden anlıyoruz ki, Mural Vural bu işi "büstlere sevgisizliğini ve işşiz kalışını bahane ederek" işlemiş.
Cezanın bu derece yüksek olmasının nedeni, sanığın "eylemi işlediği yerlerin niteliği ve yakalanmadığını görünce eylemlerine devam etmesi"ymiş.
Sanık Murat Vural mahkeme önünde pişmanlığını belirtmiş ama son pişmanlık fayda etmemiş. Kararda "Sanığın eylemlerinin süreklilik arzettiği, hiçbirinde pişmanlık emaresinin bulunmadığı, bu konda samimi olmadığı için hakkında takdiri indirim maddesinin uygulanmadığı" vurgulanmış.
(Cezayı unutmamışsınızdır sanırım: 22 yıl 6 ay hapis.)
Davanın ve kararın ilngiç yönlerinden birisi de, davanın tek celsede karar bağlanması.
Şimdi: Murat Vural'ın bu eyleminin cezasız kalmasını isteyen-söyleyen yok tabii ki... Ama (insaf) bu nasıl bir cezadır böyle. 5 Atatürk büstünü yağlı boya ile kirletmenin cezası bu mu olmalıdır?
Sanığın "Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun" esas alınarak mahkûm edildiğini hatırlatmaya gerek yok herhalde. Bildiğiniz gibi söz konusu kanun Türk hukuk sistemine 1951 yılında Demokrat Parti'nin ülkeye bir armağanı olarak girmişti. (Nitekim, "Demokratlar Kulübü Derneği"nin internet sitesinde kanunun çıkarılış nedeni şöyle açıklanıyor: "Kanun, Demokrat Parti'nin Atatürk'e duyduğu saygı ve sevgiyi göstermekteydi. Cumhuriyet Halk Partililerin Atatürkçülük iddialarına, Demokrat Partiyi Atatürk düşmanlığı ile suçlamalarına bir cevaptı." Yani özetle, bazı yazarlarca haklı olarak "Sağ Kemalizm" olarak adlandırılan yeni siyasi iktidar, "Atatürkçülük öyle olmaz böyle olur!" diyerek İsmet İnönü'nün bile aklına gelmeyen monarşik bir kanununu ülkeye armağan etmişti.)
Bu kanunun (bugüne kadar çok söylendi-yazıldı ama bir kere daha tekrarında fayda var) bir "cumhuriyet"e yakışmadığı muhakkkak. Benzer bir kanun sadece "cumhuriyet"e değil, "meşrutiyet"e de yakışmaz. Yakıştığı tek yer, "mutlak monarşi"dir. Çünkü, iktidarın anasaya ile sınırlandırıldığı sistemlerde-rejimlerde yasaların "genellik" ilkesi çiğnenemez ve tek bir kişi için yasa çıkarılamaz. Çok zorlanırsa çıkarılabilir tabii ki; ama o zaman da sistemi ona uygun bir ad ile adlandırmak gerekir.
5816 sayılı "Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun", "Atatürk'ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk'ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir" diyor. Kanun ayrıca bu suçun "iki veya daha fazla kimseler tarafından toplu olarak veya umuma acık mahallerde yahut basın vasıtasıyla işlenirse hükmolunacak ceza yarı nispetinde" artırılacağını belirtiyor. Demek ki bu durumda, Murat Vural'ın aldığı 22 yıl 6 ay hapis cezası boyanan her büst için ayrı ceza kesilmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Kararın bu yönü de çok şaşırtıcı ("isyan ettirici" dememek için bu sıfatı kullanıyorum) değil mi?
Yani Murat Vural eğer hızını alamayıp (ve yakalanmayıp) bir düzine büstü boyasaydı, cezası "ağırlaştırılmış müebbet" mi olacaktı.
Unutmayalım: Murat Vural'ı mahkûm eden 4 maddelik yasa, "Türk Ceza Yasası"nın dışında yer alıyor. Bu yasa Türk hukuk sisteminde "tek başına", "Türk Ceza Yasası"ndan bağımsız bir "ceza yasası" olarak yer alıyor. Şu tutarsızlığa bakın...
Yarın 10 Kasım. Yarın düzenlenecek törenlerle Atatürk'ü anacağız. Bilmiyorum doğrusu, belki cezaevlerinde de benzer törenler düzenlenecek. Eğer öyle ise Murat Vural da bu törenlere katılacak. Şahit olmak isterdim doğrusu: Yarın törenleri televizyon ekranından izleyen mahkûmlar Murat Vural'ın 22 yıl 6 aylık mahkûmiyetini aralarında acaba nasıl tartışacaklar?
Bu arada bir de dileğim var: Bu mahkeme kararı sakın ha sakın Nicolas Sarkozy'nin kulağına gitmesin. Ne olur ne olmaz, bir de bakarsınız ki "cumhuriyet"i dilinden düşünmeyen "Sarko" ("başörtüsü yasağı"ndan sonra) bu "Kanun"la da ilgilenmeye başlamış!
Birkaç gün daha gecikse, Murat Vural'la ilgili karar 10 Kasım'da açıklanacaktı.

DEMOKRAT PARTİNİN KURULUŞUNDA MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAĞIN ROLÜ

DEMOKRAT PARTİ (D.P.)'NİN KURULUŞUNDA
MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK'IN ROLÜ
Dr. M. Galip Baysan
Bu gün oy kazanmak için demokrat partinin mirasına sahip çıkanlar acaba bu partinin kuruluş safhasında rahmetli Fevzi Paşanın rolünün ne olduğunu biliyorlar mı? Geçmiş bir yazımda çoğunlukçu demokratik düzene geçmek için İsmet paşanın gayretlerini açıklamaya çalışmıştım. Çünkü tek partili cumhuriyetten çok partili demokratik düzene geçiş kolay olmamış ve bu konuda Milli mücadele Liderlerine iktidar ve muhalefetin düzenlenmesinde büyük görevler düşmüştür. Bunun en önemli nedeni, demokrasi tecrübesinin azlığı ve siyasi ahlakın henüz ilkel bir durumda oluşudur.
Adalet Bakanlığı eski Müsteşarı Avukat Kenan Ö. Öner, 14 Şubat 1946’da kurdukları İstanbul İl Örgütünün ilk günlerini şu sözlerle anlatmaktadır:
“Partinin İstanbul teşkilatı, vazifesine başlamış olmakla beraber maddi ve manevi her vasıtadan mahrum, çırılçıplak bir halde idi. Paramız yok, yerimiz yok, bizlerle çalışacak arkadaşlarımız yoktu. Memlekette böyle işler için faydalı arkadaş bulmak da para kadar güçlük ihsas ediyordu. Hiçbirimizin siyasi faaliyetteki yeri olmadığı için kendilerine müracaat edecek tanıdıklarımız da pek az bulunuyor. Onların en namuslu ve en faziletlileri de bizimle beraber çalışmaktan çekiniyorlardı. Tanıdığımız ve inandığımız herkese müracaat ederek hiç olmazsa ilçeler teşkilatını kurabilmek için bize insan tavsiye etmesini rica ediyorduk. Bazıları temennilerimi kabul ederek isim veriyor, bir kısmı buna bile cesaret edemiyordu.”(1)
“Teşkilatımız ilk aylarda, birçok sebeplerle çok yavaş gidiyordu. En esaslı ve en faal yerler için seçtiğimiz insanlar korkuyor, kabul etmiyor, edenlerin bir çoğu da iktidar partisinin, hatta hükümetin baskısı altında çok geçmeden istifa ediyordu.”(2)
DP’nin kuruluş günlerinde Aydın’da hükümet tabipliği yapmakta olan Mükerrem Sarol, Adnan Menderes’le tanışıp, onun isteği ile partiye girdikten sonra, bir gün Aydın Valisi tarafından çağrıldığını ve kendisine şu tavsiyede bulunulduğunu anlatmaktadır.
“Yarından tezi yok hemen parti ile ilişiğini keseceksin. Ben burada vali isem ve Dr. Fazıl Şerafettin (Bürge) CHP müfettişi kaldıkça senin Aydın’dan mebus olman mümkün değildir. Mutlaka Meclis’e girmek istiyorsan bunun yolları vardır. CHP’ye girersin ve muradın derhal yerine getirilir.”(3)
Aynı günlerde Celal Bayar “Milli birliğinin bozulmaması için vatandaşların DP’ye girmemesi” şeklinde Halk partililerin yaptığı kötü propagandalardan şikâyetçi olurken, Adnan Menderes’te İzmir’de idare amirlerinin birer Halk Partili gibi çalışmalarından, uygulanan baskı ve yapılan korkutmalardan yakınıyordu.
Bu kritik dönemde DP’nin yoluna daha güvenle ve daha fazla halk desteği ile devam edebilmesi için güçlü bir “ele ihtiyaç vardı. DP’liler, bu güçlü el” olarak eski ve ünlü bir askeri Mareşal Fevzi Çakmak’ı düşündüler ve onunla temasa geçtiler. Cihat Baban DP’lilerin düşüncelerini şu sözlerle açıklamaktadır:
“1946 Nisan ayı. CHP seçimleri yenilemeye karar vermiş olduğu için, Halk partisi ile Demokrat parti arasında çatışmalar alabildiğinde sertleşmişti. (Terakkiperver ve Serbest Fırkaların başına gelenler) aslında DP muhalefetini yaşatmak isteyenlerin gözünü açmaya yaramıştı. Öyle bir tedbir almak gerekirdi ki, DP ne Terakkiperver, ne de Serbest Fırka’nın akıbetine uğrasın. Bu tedbir, Mareşal Fevzi Çakmak’ı küskünlüğünden istifade ederek muhalefet saflarına çekmek, böylece siyasi hayatta DP’ye oy verecek vatandaşa bir nevi emniyet kalkanı temin etmekti.
DP vatandaşa “CHP iktidarı DP’yi feshedemez, senin Serbest Fırkanın kapatılmasında olduğu gibi belalar gelemez. İşte İstiklal Savaşının üç büyüklerinden bir tanesi, Mareşal Fevzi Çakmak, senin önünde göğsünü sana siper etmiş. Sana zarar verecek, seni fişe geçirecek, fabrikadan attıracak, sana memuriyet vermeyecek olan iktidarın, bütün bu zorbalıkları yapabilmesi için evvela Mareşali tasviye etmesi lazım. Bu ise yürek ister buna kimse teşebbüs edemez” demeliydi.”(4)
Tasvir gazetesi Başyazarı C. Baban’ın DP adına teşebbüsleri başlangıçta olumsuz cavap alır. Mareşal kendisine “Hiçbir şey istemiyorum, bana Saraçoğlu geldi, Milletvekilliği ve arkasından da Meclis başkanlığı teklif etti, reddettim. Askerlikte ihtiyarlayan, işe yaramayan adamın, politikada hizmeti olur mu?” cevabını verir. 
Bunun üzerine Baban Mareşal’e Napolyon’un bir sözünü hatırlatır:
“General 60 yaşını buldu mu, onu askerin başından çekmeli, şerefli, fakat rahat bir milli göreve nakletmeli.”(5)
Daha sonra DP’nin teşebbüsleri devam eder ve Baban ikinci defa Mareşal’i ziyaret ettiğinde görüşmeler şu şekilde gelişir:
“Söz sözü açtı, Bayar’ın teklifi bahis konusu olunca:
 Ben bir partinin adamı olamam, dedi. Bayar’a da bunu söyledim. Bu sebepten dolayı da teklifini maalesef reddettim.
 Paşa, dedim, bir partinin adamı olamazsınız! Doğrudur. Fakat millet isterse, milletin karşısına çıkar, hayır hayır, ben senin arzuna, isteğine, bana gösterdiğin teveccühe rağmen, vazife yapmayacağım der misiniz?
Meydan savaşlarının ünlü kahramanı büyük askerin bir tereddüt geçirdiğini hissetmemek mümkün olmadı. “Millet ister mi? Milletim istiyorsa vazifeden elbet kaçmam ama, millet nasıl ister?”
Unutuldu, kenara atıldı zannedilen, üniformasından ayrı kalmakla hayattan uzaklaşmayı aynı şey zanneden adam “Millet isterse” sözünde kendisini büyüleyici bir sihir buldu. O zaman kendisine, İstanbul halkının onu bağımsız milletvekili yapmak üzere binlerce imza topladığını söyledim.
 Bana izin verirseniz, öğleden sonra tekrar geleyim, size İstanbul’da toplanan imzalar hakkında bilgi vereyim, kararınızı o zaman lütfedersiniz dedim.
Düşündü, yumuşamıştı, ordunun etrafına gölge saçan tarihi çınar, birden, baobap ağacı gibi büyümüştü, konuşurken sanki ağacın yaprakları hışırdıyordu. Sesindeki içtenliği, eski bir askerin kesin tutumuyla zedelemeden,
 Milletim isterse bir, bağımsız olmak şartıyla iki… 
Bu iki şartla milletvekili olmayı kabul ederim.
Bir kördüğüm çözülmüş, Demokrat Parti’nin kaderi, birden bire değişmişti.
Mareşal’in evinden ayrıldıktan sonra büyük bir hızla Sümer sokağa gittim. Bayar beni merakla hatta sabırsızlıkla bekliyordu. Odaya girer girmez:
 Oldu efendim, dedim. Mareşal adaylığını koymaya razı oldu.
Ve anlatmaya başladım. Milletin isteğiyle ve bağımsız olarak adaylığını koyacaktı.
Bayar’ın gözlerinin derinliğinde birdenbire memnuniyet kıvılcımları çaktı, yüzü sevinçten kızardı, boynuma sarıldı, beni öperken ısrarla “büyük hizmet ettin! Büyük hizmet ettin! Çok teşekkür ederim” dedi.”(6)
Mareşal’in iktidarın bütün tekliflerini(7) reddederek bağımsız da olsa muhalefet saflarında yer alması DP’nin talihini değiştiren bir olay olmuş ve partinin teşkilatlanması ve partiye katılmalar süratlenmiştir. Öyle ki 21 Temmuz 1946 günü yapılan seçimlerde DP, 49 ilde seçime katılmış ve bu illerde 273 aday gösterilmiştir. (8)
22 Temmuz 1946 seçimlerinden sonra Demokrat Pari Cumhurbaşkanı seçimi geldiği zaman İnönü’nün karşısına Mareşal’i aday olarak çıkarmış ve bağımsız Mareşal, 60 kadar oy almıştı.(9)
DİPNOTLAR:
(1) Kenan Öner, Siyasi Hatıralarım ve Bizde Demokrasi, s.18-19 (Osmanbey Matbaası, İstanbul-1948)
(2) Aynı eser, s.36
(3) Mükerrem Sarol, Bilinmeyen Menderes, s.35-36 (Kervan Yayınları, İstanbul-1983)
 (4) C. Baban, Politika Galerisi, s.95-96
(5)  Aynı eser, s.97
(6)  C. Baban, a.g.e., s.98-101
(7) Kemal Karpat, Turkey’s Politics, s.160 (The Transition to a Multi-Party System, Princeten, New Jersey-1959)
(8)  Aynı eser, s.163
(9)  C. Baban, a.g.e., s.102
Dr. M. Galip Baysan

27 MAYIS DARBESİ SONRASI CELAL BAYAR VE ESKİ DEMOKRAT PARTİLİLERİN TÜRK SİYASİ HAYATINA ETKİLERİ - Yrd. Doç. Dr. Nedim YALANSIZ

27 MAYIS DARBESİ SONRASI CELAL BAYAR VE ESKİ DEMOKRAT PARTİLİLERİN TÜRK SİYASİ HAYATINA ETKİLERİ
Yrd. Doç. Dr. Nedim YALANSIZ

ÖZET
27 Mayıs darbesi Demokrat Parti iktidarına karşı yapıldı.
Çok partili hayatın diğer aktörleri olan Cumhuriyet Halk Partisi ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi siyasi faaliyetlerine devam ederken, Demokrat Parti bu haktan mahrum edildi. Darbe sonrası içlerinde Başbakan, bakanlar, milletvekilleri, il ve ilçe yöneticileri olmak üzere yaklaşık 500 Demokrat Parti üyesi tutuklandı. Yüksek Adalet Divanı adında bir yüksek mahkeme oluşturuldu. Bu mahkeme bir yıl süren yarşılama süreci sonrasında Demokrat Parti üyelerine ölüm cezası ve müebbet hapis de dâhil çeşitli cezalar verdi.
Ölüm cezasına ve müebbet hapse çarptırılmış eski DP’li Cumhurbaşkanı, bakan, milletvekili ve yönetici, eski Demokrat Parti tabanının zorlaması, memleketin normalleşme ihtiyacı ve aflarından siyasi rant bekleyen yeni ve eski partilerin çabaları sonucu birkaç yıl sonra ağır cezalarından affedildiler. Bazıları da sağlık sorunları nedeniyle daha önce salıverilmişti. Özşürlüklerine kavuştuktan sonra da bu defa kendileri siyasi haklarını, iade-i itibarlarını elde etme mücadelesi verdiler.
Ölüm ve hapis cezalarından kurtulmalarına rağmen, siyasi partilere üye olma, milletvekili seçilme hakları ve hatta siyasette yer almadan önce sahip oldukları mesleklerini (örneğin doktorluk şibi) yapabilme hakları ellerinden alınmıştı. İktidar ve muhalefet partilerinin anlaşmaları sonucu çıkarılan siyasi aflarla önce mesleklerini yapabilme hakları, sonra siyasi haklarını elde ettiler. Araya 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin girmesiyle bu çok zorlu ve uzun bir süreçte gerçekleşti.
Eski DP’liler siyasi haklarını elde etme yanında merkez sağı yeniden Demokrat Parti çatısı altında birleştirmeyi hedeflediler. Kendilerinden koparak kurulan yeni ve şüçlü partilerin ve bunların yeni kuşak seçmenlerinin olması nedeniyle bu hedefleri istedikleri şekilde şerçekleşmedi. Bu makale de eski DP’lilerin bu mücadeleleri anlatılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Demokrat Parti, Celal Bayar, Merkez Sağ, Siyasi Yasaklar, Siyasi Af
*
* Yrd. Doç. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi, Tınaztepe Kampüsü, Edebiyat Fakültesi-Tarih Bölümü, El-mek: nedimyalansiz@hotmail.com 2586 Nedim YALANSIZ Turkish Studies International Periodical For the Lanşuaşes, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/3, Summer, 2012
*
THE EFFECTS OF CELAL BAYAR AND FORMER-DEMOCRATIC PARTY MEMBERS ON TURKISH POLITICAL LIFE AFTER THE COUP OF 27th MAY ABSTRACT
Coup of 27th May 1960 was made aşainst the Democratic Party şovernment. Other actors of the multi-party political life in Turkey, such as Republican Peoples Party and Republican Peasants’ Nation Party were keepinş its position, Democratic Party was officially banned by the new reşime. After the coup, 500 members of the party, includinş ex-prime ministers, ministers, parliamentarians and officials were arrested. A new court named Supreme Court of Justice was established. After a year of prosecution process, Supreme Court of Justice sentenced these members ranşinş from life imprisonment to death penalty. The ex-president and the ministers who were sentenced to life imprisonment and death penalty were all pardoned after the heavy pressures of the Democratic Party electorates. The need for a stabilization and the political anticipations of the new parties also played an important role on this decision. Some of them was freed before because of their health problems. After şaininş their freedom, these politicians struşşled for their political rişhts and fouşht to şet their reestablishments. Althouşh these politicians were all freed from their penalties, they were also banned from any politicial activities, such as membership to parties and participation in elections. They also were banned from doinş their previous jobs. At the end they şot their rişhts after the reconciliation of the şovernment and the opposition. With the neşative effects of 12th March 1971 and 12th September 1980 events, this process turned into a very harsh one. Former Democratic Party members at that time initiated to form their ex-party aşain. By doinş this they also wanted to establish the center-rişht policy aşain in Turkey. They were unsuccessful at this initiative because of the new and powerful parties of that time, most of which were founded by the ex-Democrats, and their supporters from the younş şenerations. In this article, the struşşle of the ex-Democrats will be evaluated. Key Words: Democratic Party, Celal Bayar, Center-Rişht, Political Bans, Amnesty.
*
Cumhuriyet tarihinde gerçekleşen ilk askeri darbe olma unvanını taşıyan 27 Mayıs 1960 darbesi Demokrat Parti(DP) iktidarını hedef aldı. Çok partili siyasal yaşamın diğer iki aktörü Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP)’nin kapatılmaması, darbenin amacının DP’yi iktidardan uzaklaştırmak olduğunu açıkça gösteriyordu. Darbenin hemen ardından başta bakan ve milletvekili olan Demokrat Partililer, sonra Çankaya Köşkü’nde Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve o sırada bir ziyaret için Eskişehir’de bulunan Başbakan Adnan Menderes Kütahya’da olmak üzere birçok Demokrat Parti (DP)’li tutuklandı. Kısa bir süre sonra da yaklaşık 500 kadar DP’li Yassıada’ya nakledildi. DP, önce faaliyetten men edildi. Ardından da 29 Eylül 1960 tarihli kararla kapatıldı.
Yassıada yargılamaları 14 Ekim 1960’tan 15 Eylül 1961’e kadar sürdü. 11 ay 1 günlük bu zaman diliminde 203 günde görüşülen 287 celsede toplam 1033 saat yargılama yapıldı.
Yassıada Kararları açıklandığında DP’lilerden 15’i hakkında idam hükmü verilmişti.
Milli Birlik Komitesi(MBK), yaptığı toplantıdan sonra, 16 Eylül 1961 günü üç idam hükmünü onaylamış, 12 idam hükmünü ise müebbet hapse çevirmişti.
İdam edilecek üç kişi: Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan idi.
43 kişi hakkında müebbet hapis cezası uygulanacaktı.
Bunlardan 12’si idam edilmekten kurtulan DP’nin üst düzey kadrolarından eski Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Bakanlar, milletvekilleri, Genel Kurmay Başkanı ve Tahkikat Komisyonu Üyesi düzeyindeki isimlerdi: Celal Bayar (eski Cumhurbaşkanı), Refik Koraltan (eski TBMM Başkanı), Emin Kalafat (eski Bakan, milletvekili), Agah Erozan (eski TBMM Başkanvekili), İbrahim Kirazoğlu (eski TBMM Başkanvekili), Ahmet Hamdi Sancar (Tahkikat Komisyonu Üyesi), Bahadır Dülger (Tahkikat Komisyonu Üyesi), Baha Akşit (milletvekili), Nusret Kirişçioğlu (Tahkikat Komisyonu Üyesi), Zeki Erataman (milletvekili), Osman Kavrakoğlu (milletvekili), Rüştü Erdelhun (eski Şenel Kurmay Başkanı). Cezaları müebbet hapse çevrilen başta Celal Bayar olmak üzere Yassıada mahkumları Kayseri Cezaevi’ne nakledildiler. 
DP’nin mirasına merkez sağda yeni kurulan Adalet Partisi (AP), Yeni Türkiye Partisi (YTP) ve kısmen de Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) sahip çıktı. 1961 seçimlerinde kapatılan DP’nin oylarını bu üç parti paylaştı. 1961 yılında hiçbir parti tek başına iktidar olacak oyu alamadığı için bir hükümet buhranı ortaya çıktı. Bu buhranın yeni darbelere yol açmaması ve memlekette idamlar sonrası oluşan gerginliğin azalması için CHP-AP arasında zorunlu bir koalisyon hükümeti kuruldu.
1961’deki bu gergin ortamda Kayseri Cezaevi’ndeki eski DP’lilere CHP-AP hükümeti aleyhinde beyanatlar vermemeleri ve bu yaklaşımların olası bir siyasi affın çıkmasını engelleyeceği yönünde telkinlerde bulunuldu. CHP-AP Koalisyonunun Başbakanı İsmet İnönü de eski DP’lilerin Yassıada’daki avukatlarından Burhan Apaydın ve bazı Gazeteciler aracılığıyla bu tür talepleri Kayseri’deki DP’lilere iletti.
Burhan Apaydın, Başbakan İnönü ile görüştüğünü birkaç aya kadar bir af kanunu tasarısını Meclise getireceklerini kendilerine söyledi. DP’liler de af konusunun hassasiyetinin farkındaydılar, eski bakanlardan sözcü durumundaki DP’li Celal Yardımcı; “AP’liler merak etmesinler… Biz onlara rakip olmayız, şuradan çıkalım, bir daha politikaya tövbe. Bizleri cezaevinden çıkarabilecek tek güç İnönü’dür. İnönü’nün karşı durduğu bir hükümetin bizi cezaevinden kurtarmak için küçük parmaklarını bile kıpırdatmayacaklarını biliyorum.”
1963 yılının ilk aylarında Celal Bayar’ın sağlık nedenleriyle Cumhurbaşkanı tarafından affı gündeme geldi. Bayar, 22 Mart 1963 günü hükümet tarafından affedildi ve tahliye edildi.
AP, Bayar’ı karşılamak için Kayseri’ye bir heyet gönderdi. Heyet bir otele yerleşti. Ertesi gün çıkan gazeteler heyette bulunan Mehmet Ali Aytaç Paşa tarafından Celal Bayar’a, “Sizi Çankaya’ya oturtmaya geldik” dendiğini yazıyorlardı. 23 Mart’ta Kayseri’den Ankara’ya gelen Bayar’ı, büyük bir konvoy ve kalabalık karşıladı. Herkesin elinde kapatılan DP’nin bayrakları bulunmaktaydı.
Bu coşkulu karşılama tepkilere neden oldu, aleyhte gösteriler AP Binasının, Bayar’ın yerleştiği evin ve Yeni İstanbul gazetesi’nin taşlanmasına kadar gitti. AP’nin kapatılacağı endişesi ortaya çıktı. Dr. Sadettin Bilgiç anılarında olayın ardından Demirel’in Bilgiç’in babasına “Amca, biz partiyi kapatmaya karar verdik. Elli sene daha bu memlekette demokrasi olmaz” dediğini aktarmaktadır.
AP ve eski Demokrat Partililer için durum işte bu kadar vahimdir.
Bu gelişmelerden sonra 28 Mart’ta Bayar’ın cezasının ertelenmesi ile ilgili karar kaldırıldı.
Bu tarihten itibaren 6 ay Ankara Hastanesi’nde gözetim altında kaldıktan sonra, tekrar Kayseri Cezaevi’ne gönderildi. Kayseri Cezaevi’nde bulunan DP’liler için son kurtuluş yolu sağlık raporu ile salıverilmekti. Sağlık sorunu bulunanlar, Kayseri Memleket Hastanesi’ne başvuracak, Sağlık Kurulu’ndan sürekli hastalık raporu alınacak, bu raporu Adli Tıp Kurumu da onaylarsa tahliye gerçekleşecekti.
Kayseri’deki eski DP’lilerden Dr. Baha Akşit, sağlık raporu sayesinde 28 Ekim 1964’te tahliye oldu. Ancak siyasi yasaklıydı. Siyasi yasaklı olduğu gibi, aynı zamanda meslek ve sanatlarını yapmaları da yasaktı. Doktor olmasına rağmen, mesleğini yapamayacak olan Baha Akşit o dönemde dört çocuk sahibiydi ve geçimini sağlaması gerekiyordu. Kendisine ilaç firması sahibi arkadaşları destek oldu. O da ilaç üretimi işine girdi.
7 Kasım 1964’te daha önce tahliye olan ve hâlâ mahkum olan Demokrat Parti’lileri sevindiren bir olay gerçekleşti. Celal Bayar, sağlık sorunları nedeniyle tahliye edildi. 07 Temmuz 1966 günü de Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından Bayar, sağlık nedenlerinden dolayı, kalan cezalarından affedildi.
Eski DP’liler özgürlüklerine kavuşmalarının ardından birbirleriyle bağlantılarını kesmediler. Kısa bir süre sonra Baha Akşit’in de aktif rol oynamasıyla Celal Bayar’ın liderliğinde toplanmaya başlayacaklardı. Hedefleri hem siyasi haklarını, hem de “meslek ve sanatlarını icra etme” haklarını elde etmekti.
8 Ağustos 1966’da çıkan 730 sayılı af kanunu ile DP’lilerin mesleklerini yapabilmeleri ve memuriyete dönmeleri, AP Hükümeti sırasında gerçekleşti. Aynı zamanda müebbet hapse mahkum olan diğer DP’liler de affedilerek tahliye edildiler.
Siyasi Haklar meselesi ise anayasa değişikliğini gerektirdiği için Meclis’te çözülmesi gerekiyordu. Bu hedeflerini gerçekleştirebilmek için, Celal Bayar ve Arkadaşları, Ankara’da Turhan Dilligil’in Rüzşarlı Sokak’taki Adalet Gazetesi yazıhanesinde “Bizim Ev” adlı kulübü kurdular. Kulübün kurucuları: Baha Akşit, Hikmet Bayur, Kemal Binatlı, Hüsamettin Cindoruk, Settar Ülker, Orhan Cemal Fersoy, Sait Bilgiç, Mümtaz Faik Fenik, Halûk Çulha, Hamdi Başak, Ahmet Gürsoy, Ali Harputlu, Selâhattin Karayavuz, Nusret Kuruoğlu, Şefik San, Ömer Faruk Sargut..
14 Ocak 1968’de “Bizim Ev” adlı kulübün açılışını yaptılar. Açılışa Celal Bayar, Fatin Rüştü Zorlu’nun annesi Güzide Zorlu, Hasan Polatkan’ın eşi ve eski DP’li bakan ve milletvekilleri katıldılar. AP’lilerin katılımının az olması da dikkat çekmekteydi. Bununla birlikte Celal Bayar’a yoğun ilgi vardı. Elini öpmek için birçok kişi sıraya geçmişti. AP’lileri rahatsız eden de bu ilgiydi. Kendilerine alternatif bir siyasi hareketin ortaya çıkmasından endişeleniyorlardı.
Kulüp önce Ankara’da sonra da Yassıada avukatlarından ve geleceğin DYP Şenel Başkanı Hüsamettin Cindoruk Genel Sekreterliğinde İstanbul’da, siyasi amaç gütmedikleri iddiasıyla, DP’lilerin buluşma yeri olarak görev yaptı.
“Bizim Ev”ler eski DP’lileri bir araya getiren bir girişim olarak birçok ilde açılsa da üç ay gibi kısa bir süre sonra mali sorunlardan dolayı kapanmak zorunda kalmaları nedeniyle başarısızlıkla sonuçlandı. Belki af konusunda birlikte çalışmayı sağlayacaktı. Anlaşılan AP’liler de bu girişime yeteri kadar destek olmadılar.
AP’lilerin tavrını yansıtan bir başka olay ise AP 1968 Büyük Kongresi’nde siyasi hakların iadesi kararının oybirliği ile alınmasının ertesi günü Süleyman Demirel’in tavrıdır. Demirel, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a “bunun sadece temenni olduğunu Meclis’e getirmeyeceğini söylemiştir” Demirel’in bu tavrında siyasi ortamın gergin olmasının etkisi büyüktür. Eski DP’lilerin siyasi haklarının iadesine karşı çıkan bazı muhalif kesimler Celal Bayar ve ekibinin, İkinci Cumhuriyeti de baltalamaya çalıştığını iddia etmekteydiler.
Bayar’ın başlattığı siyasi mücadele, AP üzerindeki baskıyı arttırınca DP’lilerin siyasi haklarının iadesi ile ilgili ilk teklif AP’den geldi. AP, Millet Meclisi Grup Başkanı Osman Sabit Avcı’nın başkanlığında 12 Mayıs 1969 tarihinde 219 imzalı bir önerge verdi. Güven Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi de DP’lilere siyasi haklarının verilmesini destekliyorlardı.
Silahlı Kuvvetler kanunun çıkmasını istemiyordu. Başbakan Süleyman Demirel, zor durumdaydı. Silahlı Kuvvetler’e kanunun çıkmayacağı teminatını verirken, DP’lilere de çıkacağı yönünde söz veriyordu.
CHP Meclis ve Senato Ortak Grubunun da desteklediği bu önerge, önce Millet Meclisi Anayasa Komisyonu’nda kabul edildi. 1961 Anayasası’nın 68. maddesinin 2.fıkrasında “ağır hapis cezasına mahkum olanlar, affa uğrasalar da milletvekili olamazlar” ibaresi yer almaktaydı. 68. maddede değişiklik ve geçici 11. maddenin yürürlükten kaldırılması önergenin kapsamını oluşturmaktaydı.
Önergenin yasalaşması için Millet Meclisi ve Senatoda kabul edilmesi gerekiyordu. Bunun için CHP’nin desteği şarttı. Bu sorunun çözülmesi için Celal Bayar’ı, İsmet Paşa’yla şörüşmeye sevkeden birçok kişi ortaya çıkacaktır. Bunların başında da Süleyman Demirel gelmektedir. Ancak Demirel’in bu teşviki bazılarına göre siyasi taktiktir. Celal Bayar’ın yaveri Tayyar Bey, Bayar’a şunu söylemiştir: “Demirel, sizi bililtizam sevk ediyor oraya, yarın aleyhinizde kullanmak için”. Bayar da sonradan Demirel’in yakın çevresi aracılığıyla “gördünüz mü sizin Celal Bayar’ınızı, İnönü’nün ayağına gitti” propagandasını yaptığını aktarmıştır. Bayar, Namık Gedik’in eşi Melahat Gedik gibi birçok eski DP’linin karşı çıkmasına rağmen, İnönü’yle görüşmeye gitmiştir. 
Görüşme ortamını hazırlayan Bağımsız Adana milletvekili ve Gazeteci Turhan Dilligil ile CHP Gaziantep milletvekili A. İhsan Göğüş’tür.
14 Mayıs 1969’da af kanunu Millet Meclisi’nde 309 oy aldı.
Anayasa değişikliğinin önü açıldı. Aynı gün ilk görüşme gerçekleşti. İnönü, Celal Bayar’ı Pembe Köşk’te kabul etti. Görüşme olumlu bir hava yarattı. AP ile CHP’nin bu konuda ortak hareket etmesi çeşitli çevrelerce; “DP’lilerin siyasi hakları o kadar önemli mi ki bir araya geldiler?” şeklinde eleştirilmelerine neden oluyordu. Af Kanununun kabulü sonrasında Celal Bayar ve Kastamonu milletvekili Basri Aktaş tarafından lehte oy kullanan partilere teşekkür mesajları yollandı. Bu gelişmelerin Silahlı Kuvvetler tarafından 27 Mayıs’ın restorasyonu olarak algılanması ve anayasa değişikliğine tepki göstermeleri, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın da anayasa değişikliğine karşı tavır almasına neden oldu. Sunay, 19 Mayıs 1969 günü verdiği demeçte, anayasa değişikliğinin gerçekleşmesi halinde Cumhurbaşkanlığı’ndan istifa edeceğini, bu değişikliğin memlekette huzursuzluk yaratacağını söyledi.
Buna rağmen Celal Bayar, Millet Meclisi’ndeki oylamada kendileri lehinde oy kullanan partileri sırasıyla ziyaret etti. AP’den bize gelmenize gerek yok, diğer partileri ziyaretiniz uygun olur yanıtı gelirken, Süleyman Demirel, Bayar’a “Siyasi haklar benim davamdır. Bana zaman versinler, bunu ben halledeceğim” mesajı göndermeyi ihmal etmedi. Ancak AP’nin tavrı, anayasa değişikliği meselesinin 12 Ekim 1969’da yapılacak seçimler öncesi lüzumsuz bir gerginliğe neden olmaması ve Cumhuriyet Senatosu’nda görüşülmesinin seçim sonrasına bırakılması yönündeydi. AP’nin istediği gibi oldu. Ayrıca İnönü’nün, Bayar’ı 28 Haziran’da İstanbul’da ziyaret etmesinden, bazı aşırı sol ya da cuntacı çevreler rahatsız oldular.
AP’nin af konusundaki tutumu ile parlamentonun itibarını zedelediğini ileri süren Celal Bayar’ın kızı Nilüfer Gürsoy ve eski DP’li bakanlardan Samet Ağaoğlu’nun eşi AP Manisa Milletvekili Neriman Ağaoğlu, 31 Temmuz 1969 günü partilerinden ve milletvekilliklerinden istifa ettiler. Bu gelişme eski DP’lilerin AP’lilerle ihtilaflarının su yüzüne çıkması şeklinde yorumlandı. 
Eski DP’lilerin bu şekilde küskünlüğüyle girilen 1969 seçimleri AP açısından başarısızlıkla sonuçlandı. Bunun en önemli nedeni olarak eski DP’lilere af konusunda umursamaz tavırları ile Celal Bayar ve taraftarlarını küstürmeleri gösterilmekteydi. Bununla birlikte seçimlerin ardından anayasa değişikliği Cumhuriyet Senatosu’nda görüşüldü ve 6 Kasım 1969’da senatoda kabul edildi.
Kanununun görüşülmesi sırasında Ankara’da bulunan Celal Bayar, kanunun kabulünden sonra eski DP’lilerle partilere teşekkür ziyaretinde bulundu. Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ni ziyaretleri sırasında Alpaslan Türkeş’e yanında bulunan arkadaşı Baha Akşit’i, “sehpa arkadaşım, idam arkadaşım” diye takdim etti. Tasfiye edilen 14’lerin üyesi olan Türkeş de kendilerine, 27 Mayıs’çı arkadaşlarına idamları engellemek için mektup yazdığını ve çeşitli ikazlarda bulunduğunu, ancak idamları engelleyemediğini söyledi.
Ancak Celal Bayar ve arkadaşlarının sevinci kısa sürdü. 14 Kasım 1969 günü Türkiye İşçi Partisi, kanun değişikliğinin usul yönünden iptali için Anayasa Mahkemesine başvurdu.Mahkeme başvuruyu haklı bularak, 16 Haziran 1970’de anayasa değişikliğini iptal etti. Bu iptal, kanunun Millet Meclisi’nde kabulü sırasında Meclis Başkanı olan Ferruh Bozbeyli’nin hatası olarak nitelendirildi. Bozbeyli’nin itirazına rağmen, bilerek usul hatası yaptığına dair bu tür iddialar sürdü.
Siyasi affın bu şekilde Anayasa Mahkemesi’nce iptali, AP’nde parti içi bölünmelerin artmasına neden olacaktı. AP’den daha önce Bayar’ın kızı ve Samet Ağaoğlu’nun eşi ayrılmıştı. Ayrıca Sadettin Bilgiç grubu da 12 Ekim 1969 seçimlerinden sonra dışlanmaya başlanmış, kendilerine bakanlık verilmemiş, Demirel’e yakın grup diğerlerini tasfiyeye yönelmiştir. Bunun üzerine Sadettin Bilşiç ve arkadaşları, Bayar’ın da destekleyeceği Demokratik Parti’nin kuruluşu yönündeki ilk adımı 72 senatör ve milletvekilinin imzasını taşıyan “72’ler Muhtırası” adıyla anılan muhtırayı 17 Ocak 1970 günü Başbakanlığa sunarak attılar. Muhtıranın ardından AP içinde parti içi muhalefeti sürdürdüler, genel idare Kurulu’ndan istifalar, ihraçlar ve partiden istifalarla AP’den kopanlar, parti kuracak bir sayıya ulaştılar. Sadettin Bilgiç ve Yüksel Menderes, genel başkanlıktan feragat edip, o sırada Meclis Başkanlığı görevinde bulunan Ferruh Bozbeyli’yi şenel başkanlığa en uygun isim olarak belirlediler. Parti kurma çalışmaları sürerken, Demokrat Parti adını almalarını engellemek için, onlardan önce “Demokrat Parti” adıyla birilerine parti kurduruldu.
Bilgiç ve arkadaşları da 18 Aralık 1970 günü 69 arkadaşıyla “Demokratik Parti”(DP) adında yeni bir parti kurdu. Celal Bayar’ın kızı Nilüfer Gürsoy da kurucular arasındaydı. Celal Bayar’ın bu partiyi destekleyeceği belliydi. Parti, 41 ilde teşkilatlanmasını tamamlamıştı ki 12 Mart 1971 muhtırası gerçekleşti. Bu belki AP ve DP için gerçek bir darbeydi, ancak DP’lilerin haklarını elde etmesini de ciddi şekilde engelledi.
Bayar, muhtıranın yarattığı ortama rağmen gündemde kalmak için sık sık basına demeçler veriyor. Siyasi haklarını kazanabilmek için seçim ortamını kullanmayı amaçlıyordu.
1973 seçimlerinde Celal Bayar ve eski DP’liler, DP’yi desteklediler. 93 yaşındaki Bayar, yurt gezilerine katıldı, DP’nin seçim mitinglerinde konuşmalar yaptı. Demirel’in İdare Meclisi üyeliği verdiği Sebati Ataman gibi eski Demokratlardan bazıları ise AP’ye destek verdiler.
Baha Akşit gibi tarafsız kalmayı tercih edenler de bulunmaktaydı. Seçimlerden sonra oluşan CHP-MSP Koalisyonu zamanında 2 Nisan 1974’te Meclis, eski DP’lilerin siyasi haklarının iadesini öngören kanun teklifini kabul etti. Ancak siyasi partiler ve seçim kanunlarında da değişiklik gerekiyordu. Bu değişiklikler daha sonraya kaldı. Bu sırada Senato Başkanı Tekin Arıburun, Celal Bayar’a 1961 Anayasa’sının eski Cumhurbaşkanlarına verdiği Tabii Senatörlük hakkını kullanabileceğini bildirdi. Bayar, demokratik kurallarla bağdaşmayacağı için bu öneriyi kabul etmedi.
CHP-MSP Koalisyonu’nun dağılmasından sonra Sadi Irmak hükümeti kurulduysa da güvenoyu alamayan Irmak, 29 Kasım 1974’te istifasını verdi. Bu sırada AP hükümeti kurmaya talip olurken, milliyetçi sağ bir koalisyon kurma ortamı oluştu.  
Celal Bayar ve eski DP’liler, aynı günlerde Milli Koalisyonun kurulmasından yanaydılar. Konuyu görüşmek üzere Park Otelde eski DP’lilerle bir yemekte buluşuldu. Yemeğe Celal Bayar’dan başka eski DP’lilerden Hayrettin Erkmen, Samet Ağaoğlu, Celal Yardımcı, Emin Kalafat, Mükerrem Sarol, Ahmet İhsan Gürsoy, Selim Erengil, Necati Arıbaş, Nurettin Bulak katıldı. Nuri Eroğan’la Sadettin Bilgiç de kendilerine eşlik etti.
4 Aralık 1974 günü eski DP’li bakanlardan Samet Ağaoğlu, Celal Yardımcı, Hayrettin Erkmen ve Mükerrem Sarol, Ankara’da önce CHP Şenel Başkanı Bülent Ecevit’le siyasi haklarının iadesi ile ilgili olarak görüştüler, Ecevit kendilerine elinden geleni yapacağı sözünü verdi. Bu görüşmeden sonra AP Şenel Başkanı Süleyman Demirel’in evine gittiler ve akşam yemeğinde aynı konuyu konuştular.
5 Aralık’ta da Samet Ağaoğlu, Hayrettin Erkmen, Sebati Ataman, Celal Yardımcı, Mükerrem Sarol., Osman Kapani, Sıtkı Yırcalı, Atıf Benderlioğlu, Kemal (ettin) Demiralay ve Ömer Görüş olmak üzere sekizi bakan olan 10 eski DP’li Süleyman Demirel’i ziyaret ederek, siyasi hakları ile ilgili seçim kanunu ve siyasi partiler yasasındaki değişiklik tekliflerinin bir an önce Meclis gündemine getirilmesini istediler Demirel de “bunu bir görev saydığını” erken seçim gündeme gelirse bu değişiklikler yapılmadan erken seçim kararına karşı çıkacaklarını söyledi. Art arda yapılan bu ziyaretler, eski DP’lilerin konuyu gündemde tutmak, basının ilgisini ve siyasi liderlerin dikkatini çekmeye çalıştıklarını gösteriyordu. Bu şekilde siyasi hakları ile ilgili teklifler Meclis gündemine en kısa sürede gelebilirdi.
11 Aralık 1974 günü eski DP’lilerin siyasi haklarının geri verilmesine ilişkin kanun teklifi Meclis’te görüşülerek kabul edildi. Bundan sonra eski DP’liler, siyasi partilere üye olabilecekler ve milletvekili seçilebileceklerdi.
Siyasi hakların verilmesinden sonra eski DP’lilerin, ne yapacakları merak konusu oldu. Siyasi ortam hareketlendi. Hatta, Bayar’a AP’nin başına geçmesi ya da sağ cephenin üzerinde bir konumu olması yönünde teklifler geldi.
Celal Bayar’ın daveti üzerine 24 Ocak 1975 günü, siyasi haklarına 15 yıl sonra yeniden kavuşan 293 eski DP’li İstanbul Moda Deniz Kulübü’ndeki yemekte bir araya geldi. Celal Bayar, bu tarihi toplantıda bir konuşma yapmış ve konuşmasına şöyle başlamıştır: “Değerli ideal arkadaşlarım, her zaman kalb ve fikir birliği içinde olmamıza rağmen, uzun yıllar fiili sahada birbirimizden ayrı kaldık. Bugün burada bir araya gelmekten doğan müşterek bahtiyarlığımızı hepimizin adına ifade etmek isterim”. Bayar, milletin kendilerinden hizmet beklediğini, memlekette bir hükümet buhranının mevcut olduğunu, istikrarlı bir hükümetin kurulabilmesi için kendilerinin de ellerinden şöleni yapmaları gerektiğini söylemiştir. Kıbrıs sorununa da değinen Bayar, bu iç ve dış şartlarda istikrarlı bir hükümet için tek şartın, felsefeleri aynı olan partileri el birliğiyle birleştirmek olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle eski DP’lilerin herhangi bir partiye eğilim göstermeyerek, bir arada olmak ve hatta bazı arkadaşlarını görevlendirerek partiler arası anlaşmazlığı çözmeleri ve onları alt ve üst kademelerde birleştirmeye çalışmaları gerektiğini dile getirmiştir.
Celal Bayar, bahsettiği arabuluculuk girişimini, AP ve DP temsilcilerini 7 Şubat’ta İstanbul’daki evinde bir araya getirerek başlattı. DP Şenel Başkanı Ferruh Bozbeyli, Demirel’siz bir sağ koalisyonda ısrar ediyordu. Demirel, ise başbakan olacağı bir hükümet formülünde diretiyordu.
16 Şubat’ta yapılan DP Parti divanı toplantısında Celal Bayar’ın hükümet konusundaki CHP dışındaki bir hükümete destek verilmesi çağrısının gündeme alınmaması üzerine, Sadettin Bilgiç ve arkadaşları toplantıya katılmadılar. Bu durum DP içinde Bilgiç grubunun Milli Koalisyona destek vereceğinin göstergesiydi. Bilgiç grubunun Celal Bayar’a yakın olduğu bilinmekteydi.
18 Şubat 1975 tarihli 7 gün dergisi Celal Bayar’ı kapak yaptı ve “Celal Bayar Parlamento Dışı İktidar” manşeti attı. Dergide yer alan yazıda Bayar’ın, İsmet İnönü gibi Türk Demokrasisi’ne yön verme çabası içinde olduğu, AP ve DP heyetlerini kabul ettiği, onlara fikirler, hatta direktifler verdiği ve partilerin de buna uygun toplantılar düzenlediği yazmaktaydı.
Celal Bayar’ın görevlendirdiği Baha Akşit, Demirel ile Bozbeyli’nin arasını bulamadı.
Nitekim, Cumhurbaşkanı’nın Süleyman Demirel’i hükümeti kurmakla görevlendirmesiyle Celal Bayar’ın istediği oldu. Aralarında kızı Nilüfer Gürsoy ve Sadettin Bilgiç’in de bulunduğu 9 kişi DP’den istifa ederek, CHP dışında kurulacak koalisyonu destekleyeceklerini açıkladılar. 31 Mart 1975 günü Celal Bayar’ın çabalarıyla, Demirel başkanlığında Milliyetçi Cephe Koalisyon Hükümeti kuruldu.
Eski Demokrat Partililerin bir bölümü, (Baha Akşit, Hayrettin Erkmen vb.), 1975 Senato ara seçimlerinde AP senatörü olarak aktif siyasi hayata yeniden döndüler. Siyasi hayatları 12 Eylül 1980’de bir kez daha kesintiye uğrayacaktı.
12 Eylül darbesinden sonra da eski DP’liler siyasi mücadelelerine devam ettiler. Yassıada yargılamalarında müebbet hapse mahkum olan ve sonra affedilen ve siyasi hakları iade edilen Sezai Akdağ, 20 Haziran 1983’te Merkez Sağ’ın üçüncü partisini “Yeni Doğuş Partisi” adıyla arkadaşlarıyla birlikte kurdu. Kuruculardan Talat Alpay, Baki Erden, Halil Turşut, Refik San, Burhan Ulutan kendisi şibi Yassıada hükümlüsüydü., Kısa bir süre sonra partinin şenel başkan adayı Akdağ ve Yassıada hükümlüsü arkadaşları daha önce affa uğramalarına rağmen, Milletvekili Seçim Kanunu’nun 11. maddesi gereğince parti kurucusu olamayacakları tebliğ edilerek, veto edildiler. Eski DP’liler bir kez daha siyasi haklarını ve itibarlarını kazanma mücadelesi vereceklerdi.
Celal Bayar, 22 Ağustos 1986’da İstanbul’da vefat etti. 29 Ağustos’ta doğum yeri olan Bursa-Umurbey’de toprağa verildi. Cenazesinde merkez sağı bir araya getiren Bayar, 103 yaşına kadar siyasi hayatın içinde yer aldı, hayatının son yıllarında dahi doğum günlerinde eski Demokrat Partilileri ve merkez sağın önemli isimlerini bir araya getirmeyi başardı. Hatta DYP ile ANAP tarafından paylaşılamamasına rağmen, Merkez sağı bir çatı altında toplamak için öncülük etti.
“Yeni Doğuş Partisi” girişimi ve Celal Bayar’ın vefatından sonra eski DP’lileri bir araya getirmeyi amaçlayan bir başka hareket DP Gaziantep eski milletvekili İhsan Dai ile DP Sinop eski milletvekili Ömer Özen’den geldi. Bu iki isim hayatta kalan DP milletvekillerini bir araya getirmek amacıyla bir dernek kurmayı düşündüler. Önce Ankara’daki arkadaşlarını 7 Eylül 1988’de Anadolu Kulübü’ndeki akşam yemeğinde bir araya getirdiler ve bunu bütün Türkiye’ye dağılmış arkadaşlarına duyurdular. 18 Ekim 1988 tarihli bir yazı ile de dernekleşme girişimini resmen başlattılar. Her ayın ilk çarşamba günü Anadolu Kulübü’nde toplanarak hazırlıklarını sürdürdüler. İhsan Dai’nin kendi işyerindeki bir daireyi, derneğe ücretsiz tahsis etmesiyle ikamet sorunu çözüldü. 7 Aralık 1988’de yaptıkları toplantıda 25 kişi derneğin kurulmasına karar verdi. Derneğin adı, tüzüğü gibi hazırlıkları tamamlamak üzere 4 kişilik bir heyet oluşturuldu. Derneğinin adının “Demokratlar Kulübü” olması kararlaştırıldı.
DEMOKRATLAR KULÜBÜ DERNEĞİ
Amaçları da aşağıdaki şekilde açıklandı:
“A- Ülkemizde demokrasiyi koruma fikrini toplumun her kesiminde güçlü bir fikir akımı haline getirmeğe çalışır.
B- Demokrasi prensipleri ile uyuşmayan çarpık görüşlerle fikri alanda mücadele eder.
C- Türk Demokrasisinin geçmişteki meseleleri hakkında ilmi araştırmalara dayalı yayımlarda bulunmak için belge ve bilgi toplayarak hatıraların yayınlanmasını teşvik etmek suretiyle tarihimize yardımcı olmaya gayret eder.
Ç- Demokrasimize büyük hizmetlerde bulunmuş olan tarihi kuruluş ve şahsiyetlerin gerçek hüviyetlerini ve değerlerini ortaya çıkaracak çalışmalar yapar ve yaptırır.
D- Kulübün amaçlarını gerçekleştirmeye yönelik yan kuruluşlar teşkil eder; konferans, seminer ve açık oturumlar, yurt içi ve yurt dışı geziler düzenler, kitap, broşür ve dergiler yayınlar.
E- Kulüp üyeleri arasında haberleşme, dayanışma ve yardımlaşmayı sağlar.”
Bu amaçlar kabul edildikten sonra büyük bölümü eski demokratlardan olmak üzere 25 kurucu üye tarafından kuruluş dilekçesi Ankara Valiliği’ne verildi.
17 Şubat 1989 günü kuruluşu resmen gerçekleşen Demokratlar Kulübü aşağıdaki üyelerden oluşmaktaydı. Demokratlar Kulübü Derneği Kurucuları:
Rıfkı Salim Burçak (Milli Eğitim eski Bakanı),
Hayrettin Erkmen (DP İmar ve İskan eski Bakanı),
İhsan Dai (DP Gaziantep eski Milletvekili),
Ömer Özen (DP Sinop eski Milletvekili),
Kemalettin Demiralay (DP Isparta eski Milletvekili),
Numan Kurban, Turhan Dilligil, Muzaffer Akdoğanlı (DP, AP Kastamonu eski Milletvekili), İrfan Haznedar, Enver Kaya, Sıtkı Salim Burçak, Baha AkŞit (DP Denizli eski Milletvekili), Nuriye Pınar Erdem (DP İzmir eski Milletvekili), İbrahim Sevel (DP İstanbul eski Milletvekili), Nuri Toşay (Yassıada Sanığı), Besim Tibuk, Barlas Küntay, Ahmet N. Kadıoğlu, Sabri Özcan San, Zeki Başağa, M. Fahri Mete, Ömer Lütfü Erzurumluoğlu (Yassıada Sanığı), Halil Turşut, Halis Tokdemir, Hilal Ülman (DP Bursa eski Milletvekili)
Üyeler kendi aralarında 9 kişilik geçici yönetim kurulunu seçtiler.
Yönetim Kurulu: Rıfkı Salim Burçak, Hayrettin Erkmen, Ömer Özen, Muzaffer Akdoğanlı, İhsan Dai, Halil Turşut, Numan Kurban, Kemalettin Demiralay ve İrfan Haznedar’dan oluşmaktaydı.
İlk (1. dönem) Başkanlığa Prof. Dr. Rıfkı Salim Burçak,
Başkanvekilliğine Hayrettin Erkmen,
Sekreterliğe Ömer Özen,
Muhasip üyeliğe Muzaffer Akdoğanlı getirildi.
Demokratlar Kulübü’nün en önemli çabalarından biri Menderes, Polatkan ve Zorlu’nun İmralı’da bulunan mezarlarının 17 Eylül 1990 günü İstanbul’daki Anıtmezar’a devlet töreniyle nakledilmesinde oldu. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Başbakan Yıldırım Akbulut, Adalet Bakanı Oltan Sungurlu ve DYP milletvekilleri de ikna edilerek kanunun çıkması sağlandı ve eski DP’lilerin istedikleri oldu. Aslında bu gelişme Yassıada mağduru bütün DP’lilerin itibarlarının iadesi anlamına geliyordu.
TARİHİ VE KADİM DEMOKRAT PARTİ AÇILIYOR
19 Haziran 1992 tarihli 3821 sayılı kanun değişikliği ile daha önce kapatılmış olan partilerin aynı ad, amblemi kullanarak yeniden açılmasına izin verildi. Bunun üzerine Eski DP’liler partilerinin yeniden açılması için harekete geçtiler partilerinin açılmasında hemfikirdiler, ancak siyasi faaliyete devam etme konusunda ciddi tartışmalar yaşadılar.
Yeniden kurulma hazırlıkları yapan Demokrat Parti’nin şenel merkezi 10 Eylül 1992’de törenle açıldı. Törene Celal Bayar’ın kızı Nilüfer Gürsoy, Fuat Köprülü’nün kızı Beyhan Köprülü, Refik Koraltan’ın oğlu Oğuzhan Koraltan ve pek çok eski DP’li katıldı.
Aydın Menderes’in açılışa katılmaması tepkilere yol açtı. Bazı DP’liler, Aydın Menderes’in mesajının okunmasını dahi istemediler.
Kongrenin yeniden toplanabilmesi için DP’nin son kongre (1955) delegelerinin belirlenmesi gerekiyordu. Bu amaçla Prof. Dr. Orhan Morgil’in Genel Koordinatör, Siyaset Bilimci ve Hukukçu, Gazeteci – Yazar Mustafa Nevruz Sınacı da Genel Koordinatör Yardımcısı olarak görev aldılar. DP 1955 Kongresi delege listesinde yer alan 275 kişinin isimleri büyük bir titizlikle belirlenerek, 24 Ekim 1992’de resmi gazetede yayımlandı.
DP Beşinci Büyük Kongresi 29 Kasım 1992 Pazar günü toplandı. Baha Akşit, Fatin Rüştü Zorlu’nun kızı Sevin Zorlu’nun desteklediği Hamdi Ciliv’in listesindeydi. Eski DP’lilerden Hayrettin Erkmen, Sezai Akdağ ekibini ise Celal Bayar’ın kızı Nilüfer Gürsoy destekliyordu. Kongrede iki şenel başkan adayı çıktı biri Hayrettin Erkmen, diğeri Havza eski Belediye Başkanı İlyas Taşhan. Delegelerden destek alamayan Taşhan, adaylıktan çekildi.
Hayrettin Erkmen, tek aday olarak seçimlere girdi. Seçim tek aday olmasından dolayı parti organlarının oluşmasında liste yarışı şeklinde geçti.
Ancak eski DP Denizli Milletvekili Baha Akşit ve birkaç kişinin daha Hamdi Ciliv’in listesinden çekilmesi, kongrenin sonucunu belli etti. 
Yassıada sanıklarından.; Daha sonra AP İzmir Senatörü ve DYP Merkez Disiplin Kurulu Üyesi olan Beliğ Beler, 29 Mart 1993’te Süleyman Demirel’e: “Bütün arkadaşlarının yeniden açılan DP’de yerlerini almaları gerektiğini, DP’nin dağılan sağı toparlayacağını, ilk seçimde iktidara gelerek memlekete faydası olmayan DYP-SHP koalisyonuna son vereceğini” ifade eden ve DYP’den istifa ettiğini açıklayan bir istifa mektubu gönderdi…
Bu hareket eski, kadim DP’lilerin 32 yıl sonra yeniden DP’yi tekrar canlandırmaya çalıştıklarını açıkça gösteriyordu.
DP’nin yeniden açılması gibi, AP’nin de açılması gündemdeydi. Adalet Partisi de son kongre (1978) delegeleri ve Genel İdare Kurulu üyelerini 19 Aralık 1992 günü Ankara’da topladı. Kongre’de Demirel’in ağırlığı vardı. Delegeler, 125’e karşı 909 oyla AP’nin feshini ve DYP’ye mal varlığıyla birlikte iltihakını itirazlara rağmen kabul ettiler.  Eski DP’li Baha Akşit, AP’nin DYP’ye iltihakını, DYP’nin teşkilatlı olmasından, hükümet ortağı olmasından dolayı haklı bulmaktaydı. Ancak yine de DP’nin tek çatı olması duygusunu taşımaktaydı. 
Sonuç:
3821 Sayılı Kanun uyarınca, tarihi ve kadim DEMOKRAT PARTİ’yi yeniden açan emektarlar, bir süre sonra Olağanüstü Kongre yaparak; Bizzat kurduğu ve Genel Başkanı olduğu Büyük Değişim Partisi zaaf ve akamete uğrayan Aydın Menderes’i genel başkanlığa getirdiler.
Ancak Aydın Menderes, DP Genel Başkanı olarak siyasi mücadelesine devam etmek yerine Refah Partisi’nden milletvekili seçilmeyi tercih etti. Bu eski Demokratlarda büyük bir şok etkisi ve hayal kırıklığı yarattı. Aydın Menderes’e tepkilerini göstermek için yeniden açılan DP’den istifa ettiler. DP’nin yeniden açılışında siyasi faaliyete devam edilmesine karşı çıkanlar haklı çıktı. Beliğ Beler gibi eski DP’liler, DYP’ye yeniden davet edildiler. Onlar da bu daveti kabul etti. Benzer bir hayal kırıklığı 2007 şenel seçimleri öncesinde eski DP’lilerin “merkez sağı birleştirme” misyonları açısından belki en büyük fırsatlardan biri olan DYP ve ANAP’ın Kıratlı DP çatısı altında birleşmeleri sırasında yaşandı. Eski DP’liler birer birer tarihe mal olurken, hayal ettikleri gibi olmasa da DP siyaset sahnesine tekrar döndü.
Ancak istenilen şekilde gerçekleştirilemeyen birleşme, yeni DP’nin güçsüz doğmasına ve merkez sağın çöküşüne neden oldu.