ÜÇÜNCÜ DÖNEM DEMOKRAT PARTİ İKTİDARI (1957-1960):
SİYASİ BASKILAR VE TAHKİKAT KOMİSYONU
Akademik Bakış, 125 Cilt 2, Sayı 4 Yaz 2009
Özet:
Demokrat Partinin özellikle 1957 seçimleri sonrasında
uyguladığı politikalar günümüze kadar çok tartışılmıştır. Bu dönemde muhalefet
iktidar ilişkileri oldukça gerginleşmiştir. CHP lideri İnönü, DP'ye karşı sert
bir muhalefet yürütmüş ve diğer partiler ile güç birliği yapmıştır. DP iktidarı
basını ve muhalefeti engellemek amacıyla bir biri ardı sıra antidemokratik
yasalar çıkarmıştır. Ekonomik sıkıntılar ve huzursuzluklar arttıkça iktidar
daha da sertleşmiştir. Siyasi krizler, toplumsal kutuplaşmalar ve öğrenci
olayları neticesinde 27Mayıs 1960'da ordu yönetime el koymuştur.
Bu makalede V. Menderes Hükümetinin siyasi faaliyetleri ve
Türk siyasi hayatı içindeki yeri analiz edilecektir.
Türk siyasi hayatının önemli kilometre taşlarından birisi
olan Demokrat Parti (DP), 1950-1960 yılları arasında üst üste kazandığı
seçimler ile üç dönem boyunca iktidara hakim olmuştur DP, 1950 seçimlerinin
ardından Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) yirmi yedi yıllık iktidarına son
vererek "beyaz ihtilal" olarak da adlandırılan başarısıyla birlikte
yeni bir döneme imza atmıştır. DP'yi iktidara taşıyan sebepler günümüze kadar
birçok yönüyle tartışılmış ve çeşitli araştırmalara konu olmuştur. DP iktidarı
sırasında Türk siyasi hayatına yeni bir dinamizm gelmiş, üretim artmış, hızlı
büyüme ve gelir artışı sağlanmış, aktif bir dış politika uygulanmıştır. Ancak
DP'nin özellikle 1954 seçimleri sonrasında, iktidara yerleşerek özgürlükleri
kısıtlayıcı bir takım politikalar uyguladığı da bilinen bir gerçektir.
DP kurulduğu tarihten itibaren iktidardaki CHP'ye devlet
imkanlarını kendi çıkarına kullanmak ve muhalefete karşı haksız avantaj sağlamak
gibi suçlamalar yöneltmiştir[1]. Bu yönde yoğun bir propaganda yürüten
DP'yi özgürlükçü, yenilikçi ve demokrat söylemleri iktidara taşımıştır. Ancak
iktidara geldikten sonra bu yönde büyük değişikliklerin yapıldığını söylemek
mümkün değildir. 1946 yılında meclis içinde doğan DP 'nin lider kadrosu CHP'nin
içinden çıkmıştır. Uzun yıllar tek partili siyasi ortam içerisinde siyaset
yapmış olan DP'li yöneticilerin ülke genelinde aldıkları destek çoğunlukla ilk
kez siyasete katılmış kişilerden oluşmuştur. Tek parti döneminde sıkıntı
çekmiş ve CHP'ye büyük bir öfke duyan bu kitle, DP'nin yerel örgütlerini
oluştururken DP iktidarını da intikam almak için bir fırsat olarak
görmüşlerdir. Bu konuda zaman zaman eleştirilere maruz kalan Adnan Menderes
aynı zamanda parti içi muhalefetle uğraşmak zorunda kalmış ve CHP'ye karşı sert
önlemler almaya başlamıştır[2].
DP, 1953 sonunda "CHP'nin Haksız İktisaplarının
Hazineye Devri" ni öngören bir yasa çıkartıp uygulamaya koymuştur. 1950
öncesinde en çok eleştirilen konu radyonun hükümet tekelinde kullanılması
iken, 1950-1954 döneminde devlet radyosunu DP tekeline almıştır. Yasalardaki
anti-demokratik öğeleri ayıklamayı vaat ederek iktidara gelen DP bu konuda
özellikle basına karşı hoşgörülü davranmayı başaramamış, eleştirilere tahammül
gösterememiştir. 1953 ceza kanunu değişikliği ile bakanların basında küçük
düşürülmesine karşı yaptırımlar uygulanmıştır[3]. Basına ve üniversitelere yönelik
baskıcı politikalar, ceza yasasının ağırlaştırılması vb. uygulamalar DP'nin
daha demokratik ve daha özgür Türkiye idealinden giderek uzaklaştığını ortaya
koymaktadır. Bu anti-demokratik uygulamalar başlangıçta bu vaatlerinden dolayı
DP'yi desteklemiş olan aydınların da kısa sürede uzaklaşmasına neden olmuştur[4].
DP yalnızca CHP'ye karşı değil aynı zamanda Millet Partisi
(MP)'ne de sert bir tavır göstermiştir. CHP ile olduğu kadar DP'li
yöneticilerle de mücadele eden MP 'nde 1950 seçimleri sonrasında bölünmeler
görülmüştü. MP'den ayrılan Saffet Olgaç'ın açıklamaları üzerine parti hakkında
dava açılmış parti 27 Ocak 1954 tarihinde Ankara Asliye Ceza Mahkemesi[5], tarafından kapatılmıştır. MP'nin
kapatılmasından sonra 10 Şubat 1954'te Osman Bölükbaşı ve arkadaşları
Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP)'ni kurdular. Kurulmasının ardından kısa süre
içerisinde kısıtlı şartlarla seçim çalışmalarını yürütmek zorunda kalan
CMP'nin, CHP ile işbirliği yapma ihtimali gündeme gelmişti. Bu durum bir çok
eleştirilere yol açarken DP'nin de tepkisini çekmiştir. 1954 seçimleri
neticesinde Meclis'teki sandalyelerin %93'ünü (508 milletvekili) DP parti
kazanmıştır. Seçimlerin hemen ardından ise DP'ye oy vermeyen illerle ilgili
yeni düzenlemeler yapıldı. Önce, CHP'ye oy veren Malatya ikiye (Malatya ve
Adıyaman) bölündü. Mevcut beş milletvekilliğinin hepsini CMP'nin aldığı
Kırşehir, 30 Haziran 1954'te -DP'li milletvekillerinin oylarıyla- özel bir
kanun ile ilçe haline getirildi[6].
1954 seçimlerinin ardından DP'nin iktidardaki tavrı giderek
sertleşirken arka arkaya birçok baskıcı uygulama birbirini takip etti. Memurların
siyasi haklarının kısıtlanmasının ardından, yargıçların ve profesörlerin erken
emekli edilmesini ve memurların görev sürelerine bakılmaksızın işten
çıkarılmasını sağlayan yasalar çıkartıldı. En ağır tedbirler ise bu
uygulamaları eleştiren basına yönelik alındı[7]. 1954 yılının sonlarına doğru dönemin
ünlü gazetecilerinden Hüseyin Cahit Yalçın, Bedii Faik, Cemal Sağlam, Fuat
Arna gibi isimler tutuklanırken Nihat Erim ise para cezasına çarptırıldı. Bütün
bu gelişmeler yaşanırken parti içinde de huzursuzluklar su yüzüne çıkmıştı.
"İspat hakkı" meselesi tartışılırken DP'den istifa ve ihraçlar yoğun
bir şekilde gündeme gelmişti. "19"lar olarak bilinen bu muhalifler
Aralık 1955'te Hürriyet Partisi'ni kurdular [8].
Bu makalede ağırlıklı olarak DP'nin 1957 seçimleri
sonrasındaki iktidar tavrı incelenecek, basın, muhalefet ve sivil toplum
üzerindeki kısıtlayıcı politikaları değerlendirilmeye çalışılacak, dış
politika gelişmelerine ise değinilmeyecektir. DP iktidarını oldukça yıpratan
ve çok tartışılmış bu uygulamaların 27 Mayıs 1960 müdahalesine giden süreçteki
etkileri üzerinde durulacaktır.
1956 Nisan'ında Gaziantep mitingi ile yeni bir strateji
ortaya koyan Menderes'in muhalefet ve basına yönelttiği eleştiriler,
gelecekteki uygulamaların adeta habercisi olmuştur. Kısa bir süre sonra belli
aralıklarla toplam yirmi üç yargıç emekliye sevk edildi Yargıtay Başkanı,
Yargıtay üyeleri ve Cumhuriyet Başsavcısı'nın da aralarında bulunduğu bu
uygulama muhalefetin ve basının tepkilerine yol açtı. 1950 öncesinde DP'ye
büyük destek veren gazetelerin büyük çoğunluğu, bir süre sonra muhalefetin
sesi haline geldi[9].
1956 yılı Haziran ayında basın kanunun değiştirilmesi ile
birlikte basın özgürlüğü daha da kısıtlanmıştı. Bu kanuna göre, gazete sahibi
ve sorumlu müdür olmak yeni şartlara bağlanırken, altı aylık mahkumiyet
mesleğin icrasına engel sayılıyordu. Muhabirler için de aynı şartlar aranmış,
sorumlu müdürlere, imzasız olarak yayınlanan her yazıyı sorulduğu takdirde 24
saat içinde savcıya bildirmek zorunluluğu getirilmişti. Yeni yayın yasakları
ile birlikte ağır para ve hapis cezaları getirilmiş, cevap ve düzeltme hakkı
ise oldukça genişletilmişti[10].
27 Haziran 1956'da kabul edilen "Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Hakkında Kanun" ile birlikte ise siyasi partilerin seçim
propagandası dönemi dışında açık hava toplantısı yapması yasaklanmış, kapalı
toplantılar mülki amirin iznine bağlanmıştır. Suç sayılan toplantıların
dağıtılması için hedef göstermeksizin ateş açılabilmesi de kabul edilmiştir. Bu
uygulamalarla ifade özgürlüğü büyük ölçüde ortadan kalkarken, DP'ye muhalefet
etmekte giderek tehlikeli bir hal almıştır[11].
Sokakların muhalefete kapandığı bu dönemde CHP genel sekreteri Kasım Gülek,
Karadeniz gezisi sırasında tutuklanmıştır. CHP'nin bütün toplantıları
engellenirken Rize'de mahkemeye verilen Gülek, "Bazı dükkan sahiplerinin
sıra ile ellerini sıkma sureti ile bir gösteri yürüyüşü yaratmak" suçu
ile altı ay hapis cezası aldı. Muhalefet tam anlamıyla kuşatma altına
alınmıştı. CHP'nin İnönü şerefine vereceği ziyafet yasaklandığı gibi, CMP'nin
Giresun Kongresi'nde Bölükbaşı'yı alkışladıkları için delegeler karakola
getirilmiş, Hürriyet Partisi il başkanlarının Ankara toplantısı ise yasaklanmıştı.
SBF fakültesi dekanı Turan Feyzioğlu'nun açılış konuşmasındaki sözleri siyaset
yapmakla suçlanıp bakanlık emrine alınmasına neden oldu. Bu uygulamayı protesto
için öğretim üyeleri istifa ederken, mülkiyeli öğrenciler dersleri boykot
ettiler[12].
Basına ve muhalefete yönelik baskılar arasında en dikkat
çekici uygulamalardan birisi de Akis dergisi yazarı ve aynı zamanda İnönü'nün
damadı olan Metin Toker'in tutuklanmasıdır. Toker, Devlet Bakanı Mükerrem Sarol
hakkında Akis dergisinde çıkan yazıdan dolayı tutuklanarak Ankara cezaevine
gönderilmiştir[13]. Meclis dışında muhalefetin neredeyse
imkansızlaştığı bir dönemde en şiddetli tartışmalar parlamento çatısında
gerçekleşmiştir. 'Siyaset sahnesi sırat köprüsü oldu"diyen Bölükbaşı,
DP'ye karşı sert bir muhalefet yürütmüştür. Kırşehir'in ilçe yapılmasından
itibaren DP'yi her mitingde eleştiren CMP, bu konuyu sürekli gündemde tutmaya
çalışmıştır[14].
DP, seçimlerin öne alınması ile birlikte Kırşehir'in yeniden
il haline getirilmesini gündeme almıştır. Mecliste, Kırşehir Kanunu'nun kabul
edilmesinden sonra söz isteyen Bölükbaşı, Meclise hakaret ettiği gerekçesi ile
üç oturum Meclisten çıkarılma cezası almıştır. Kısa bir süre sonrada Meclise
hakaret ettiği gerekçesi ile dokunulmazlığının kaldırılması için Başbakanlık
tezkeresi ile Meclise sevk edilmiştir. Dokunulmazlığın kaldırılması hakkındaki
önerge 24 Haziran 1957'de Meclis'te 49 red oyuna karşılık 247 oy ile kabul
edilmiş, Bölükbaşı 2 Temmuzda tutuklanarak Ankara cezaevine konulmuştur[15].
DP'nin giderek artan hoşgörüsüzlüğü ve baskılar muhalefeti
birbirine yaklaştırmıştır. DP'nin seçim tarihini 27 Ekim olarak ilan etmesi ile
birlikte Menderes'e karşı güç birliği yapmak üzere CHP, HP ve CMP liderleri
İnönü'nün Heybeliada'daki evinde toplanmışlardı. On gün içinde yedi toplantı
yaparak strateji belirleyen muhalefet partileri[16],
ortak bildiri yayınlayarak programlarını kamuoyuna açıkladılar. Bu bildiride;
Parlamento'nun bir kurucular meclisi olarak çalışması, altı ay içinde izlenecek
rejimin temellerini kurması, nispi temsil sisteminin kurulması, işçiye grev
hakkının verilmesi, bütün özgürlüklerin kanunla garanti altına alınması gibi
talepler yer almıştı.[17]. Daha sonra partiler aralarında
seçimlere ortak liste ile girilmesi konusunu tartışılmış üç partinin
kongrelerinde işbirliği çalışmaları onaylanmıştır[18].
Ortamın oldukça gerginleştiği bu dönemde partinin
kurucularından Fuat Köprülü'nün istifası oldukça önemli bir gelişmedir. DP'nin
programından ayrıldığını ve eski kimliğini yitirdiğini öne süren Köprülü,
demokrasiye inanmış herkesin Menderes'i devirmek uğrunda işbirliği yapmalarını
"bir vatan borcu" olarak değerlendirmiştir[19].
Ortaya çıkan gelişmeler ve muhalefetin güç birliği yapması DP cephesinde hoş
karşılanmamıştır. DP'liler, erken genel seçimler öncesinde seçim kanununu
değiştirerek muhalefetin önünü kesmeyi hedeflemişlerdi. Yeni seçim kanunu
muhalefetin güç birliğine son vermiş, seçimlere tek başına girmeyi isteyen
İnönü, 19 Eylül'de resmen işbirliği yapmasına imkan kalmadığını ancak
muhaliflerin fiilen birbirlerine yardım edebileceklerini bildirmiştir[20].
Genel seçimleri bir yıl önceye alan DP ise, bütün
olumsuzluklara rağmen halen avantajlı konumdaydı. DP, enflasyona karşı
ürünlere yüksek fiyat vermiş, çiftçi borçlarını ödemiş böylece seçmen
kitlesinin büyük bölümünü oluşturan kırsal kesimdeki seçmene yatırım yapmıştı.
Okul ve cami yapımlarına fonlar ayırması ve devlet radyosundan icraatlarını
duyurulabilmesi diğer partilerin karşısında onu daha ayrıcalıklı kılmıştı[21]. Ancak DP muhalefet partilerinin yanı
sıra kendi partisi içindeki huzursuzluklarla da boğuşmak zorunda kalmıştı.
Özellikle aday listelerinin açıklanması büyük tartışmaları ortaya çıkardı. Bazı
milletvekillerinin kendi seçim bölgelerinde aday yoklamasını kazandıkları halde
Menderes tarafından liste dışında bırakılmaları partiden istifalara neden oldu[22].
DP seçim kampanyasında öncelikli olarak köylerin refahı ve
jandarma baskısının ortadan kalkması konusunu işlemiş ve sanayideki kalkınmaya
dikkat çekmiştir. Seçim kampanyası sırasında Afyon ve Çorum'da çimento fabrikaları
gösterişli törenlerle açılmıştır. Seçim kampanyasında iktidar olmanın
avantajlarını sonuna kadar kullanan DP'liler özellikle İnönü'ye yüklenerek nispi
temsil sisteminin ülke için zararlı sonuçlar yaratacağı yolunda propaganda
yapmışlardır[23]. Seçim kampanyasını "gelişme
teması" üzerine şekillendiren DP'nin sloganı ise "Nurlu ufuklara
doğru" idi. Bu ideali Bayar'ın Taksim mitinginde söylediği Türkiye'nin
otuz yıl sonra "küçük bir Amerika" olacağı şeklindeki sözleri açıkça
ortaya koymaktadır[24].
Görkemli açık hava toplantılarıyla büyük kitlelere hitap
eden DP'ye karşı en büyük muhalefeti yürütenlerden birisi de Ulus gazetesi
başyazarı Hüseyin Cahit Yalçın olmuştur. İlerlemiş yaşına ve hastalığına
rağmen oldukça sert yazılar kaleme alan Yalçın ,DP'yi diktatörlük ile itham
etmiştir[25]. Cumhuriyet tarihinin en zorlu seçim
kampanyalarından birisine konu olan 27 Ekim seçimlerinde iktidar ve muhalefet
arasında oldukça sert polemikler yaşanmıştır. CMP'nin seçim propagandasında ise
en çok Bölükbaşı'nın dokunulmazlığının kaldırılması ve hapse atılması ön planda
tutulmuştur. CMP'liler konuşmalarında " reylerimiz Osman Bölükbaşı'nın
tahliye emri olacaktır"diyerek bu seçimleri adeta liderlerinin kurtuluşu
için fırsat olarak lanse etmişlerdir[26].
Hapiste bulunduğu sırada aday gösterilen Bölükbaşı, Kırşehir'den milletvekili
seçilmiş ancak adli tatil gerekçesiyle hemen tahliye edilmemiştir[27].
Radyodan muhalefetin de yararlanması 1950 öncesi dönemde
DP'liler tarafından sık sık gündeme getirilen bir konu olmuştu. Ancak DP iktidarı
döneminde radyo partinin yayın organı haline gelmiştir. 1957 seçimlerinde ise
bu durum doruk noktasına çıkmıştır. Oy verme gününden üç gün öncesine kadar
seçim propagandası yasaklanmış olmasına rağmen seçim günü oy verme sürerken
radyodan DP'nin önde olduğu sandık sonuçları verilmeye baş- lanmıştır[28].
1957 seçimleri öncesinde Türkiye'de hala en güçlü parti
DP'dir. Muhalefet ekonomik sıkıntılar ve özgürlükler meselesi üzerinde
dururken yine de somut çözümler üretmekten uzak bir görünüm sergilemektedir. En
güçlü muhalefet partisi CHP olmakla birlikte tek parti döneminin hatıraları
henüz hafızalardan silinmemiştir. CMP partisi geniş bir vizyona sahip değildir.
Diğer muhalefet partisi HP ise henüz yeterince örgütlenememiş ve DP'ye
alternatif olabilecek bir söylem getirememiştir. CHP'nin en büyük başarısı ise
aydınların desteğini tekrar kazanmak olmuştur[29].
Dolayısıyla bu seçimlerde DP'nin kazanacağı açık olmakla birlikte önemli bir oy
kaybına uğramış olması ise sürpriz olmuştur.
Katılım oranının önceki yıllara göre daha düşük olduğu
seçimler neticesinde DP'nin oyu % 47'ye gerilemiş ancak mevcut seçim sistemi
dolayısıyla 424 sandalye'ye sahip olmuştur. CHP: 178, CMP: 4 ve HP:4
milletvekili ile meclise girmiştir[30].
19 5 7 seçimleri sonrasında ortaya çıkan en önemli gelişme oyların artmasından
güç alan CHP'nin daha sert ve aktif bir muhalefet yürütmeye başlaması
olmuştur.
Seçim sonuçlarının belli olmasından sonra TBMM'nin 2 Kasım
tarihli toplantısında; Cumhurbaşkanlığına Celal Bayar, TBMM başkanlığına Refik
Koraltan, başkan vekilliklerine İbrahim Kirazoğlu, ve Fikri Apaydın seçilmişti.
Bayar hükümet kurma görevini beşinci defa Adnan Menderes'e vermiştir. Önceki
dönemlerle karşılaştırıldığında hükümetin kurulma aşaması oldukça uzun
sürmüştü. Seçim sonuçlarının ortaya çıkardığı tablo partinin grup toplantısında
uzun uzun tartışılmış, burada alınan kararlar hükümetin gelecekteki icraatları
üzerinde etkili olmuştur. Hayat pahalılığı, üniversitelerin iktidara karşı olan
tutumları ve muhalefetin sayısının artması gibi konularda görüşler beyan
edilmiştir. Tartışılan meseleler arasında memurlar, basın ve üniversiteler ile
ilgili yeni kanunlar çerçevesinde düzenlemelere gidilmesi gibi konular vardır.
Bu konular üzerinde görüş birliğine varılmıştır ki, bu uygulamalar hükümetin
1957-1960 arasındaki icraatlarına da damgasını vurmuştur[31].
Yeni kabinenin kurulmasında oldukça titiz davranan Menderes,
kabinesini 25 Kasım'da ilan etmiştir. 4 Aralık 1957'de, Hükümet Programı Başbakan
Adnan Menderes tarafından açıklanmış, 536 kişinin oy kullandığı güven
oylamasında Hükümet 133 red, 403 kabul oyu ile güvenoyu almıştır[32].
CHP, 1957 seçimleri sonrasında muhalefette kalmış olmasına
rağmen önceki dönemlere göre Meclis içinde daha güçlü bir konuma gelmişti. Bu
dönemde iki partinin birbirlerine olan bakışları keskin bir çizgiye oturmuş ve
giderek sertleşmişti. DP, CHP'yi iktidarı seçim yoluyla teslim etmekten
hoşlanmayan ve bu yüzden kargaşa çıkarmaya çalışan bir zihniyet olarak
görürken, CHP'nin algılaması ise cahil halkın DP tarafından kandırıldığı
yönündeydi. Bu bakış açısı iki tarafın birbirlerine karşı son derece hoşgörüsüz
tavırlar içerisine girmelerine neden olmuştur. CHP'nin ordu, basın ve
üniversiteler gibi güçleri arkasında bulundurması, hala geniş bir halk
kitlesinin desteğine sahip olan DP'yi daha da öfkelendirmiştir[33].
Bu dönemde yürütülen ekonomik politikalar bütçenin açık
vermesine, zamlara ve enflasyonun körüklenmesine neden oluyordu. Halkın yaşam standardının
düşmesi ve DP'nin uluslararası alanda da prestij kaybına uğramaya başlaması
toplumda hoşnutsuzluğu arttırmıştı. Diğer yandan antidemokratik uygulamalar ve
siyasi baskılar muhalefete haklılık kazandırıyordu. Hükümetin seçim sonrası ilk
icraatı ise muhalefeti etkisizleştirecek sert tedbirleri uygulamaya koymak
olmuştu[34]. Bu amaçla 27 Aralık'ta Meclis
denetiminin zorlaştı- rılmasını sağlayan tüzük değişikliğine gidildi. O zamana
kadar muhalif fikirlerin açıkça söylenebileceği tek yer Meclis kürsüsü iken bu
uygulama ile birlikte bu özgürlükte kısıtlandı ve başta hukukçular olmak üzere
büyük tepkilere yol açtı. Anayasa Profesörü Hüseyin Nail Kubalı'nın
değişikliklerin Anayasa'ya aykırı olduğu yönündeki açıklamaları nedeniyle Mili
Eğitim Bakanlığı emrine alınması[35]. öğrenci olaylarına yol açmıştır
Kubalı'nın yürüttüğü muhalefet kamuoyunu uzun süre meşgul etmiştir[36].
CHP'nin Meclise çok sayıda soru ve gensoru önergesi vermiş
olması da iktidar-muhalefet ilişkilerinde gerginliğe yol açmıştır. CHP, seçimlerde
yolsuzluk yapıldığı iddiasından, devlet radyosunun propaganda aracı olarak
kullanılmasına, hatta devletin araçlarından seçimlerde yararlanılmasına kadar
birçok konuda soru önergesi vermiş ve bu çalışmalarına büyük bir hızla devam
etmiştir. DP-CHP arasındaki gerginliği tırmandıran gelişmelerden birisi de
CHP'nin yayın organı Ulus gazetesinde yayınlanan Atatürk'ün Bursa Nutku
olmuştur. DP, Ulus'un yayınları yüzünden muhalefetin memlekette bir isyan
havası yarattığını öne sürmüştür[37].
İktisadi sorunların ağırlaşması, karaborsa, kuyruklar ve
ardı arkası kesilmeyen zamlar büyük bunalım yaratmaya başlamıştı. Batı dünyası
ile olan ilişkilerin zayıflaması Kıbrıs meselesinde İngiltere'nin Yunanistan'a
yaklaşması dış yardımların kesilmesi DP hükümetini zor durumda bırakmıştı. Bu
durumdan kurtulmak için hükümet 4 Ağustos Kararları adı ile bilinen bir dizi
uygulamayı yürürlüğe koymuştur. Türk parasının değeri düşürülmüş ve başta
Amerika olmak üzere Batı devletlerinden kredi talebinde bulunulmuştu. Bu
yardımlar karşılığında hükümet, Avrupa İktisadi İşbirliği teşkilatına bir
istikrar programı sunarak buna bağlı kalmayı taahhüt etmişti[38].
1958 yılı başlarında yalnız iktisadi alanda değil, dış
politikada da oldukça zor bir dönemece girilmiş, bu durum iç siyasete de yansımıştır.
Basın ve muhalefet kıyasıya eleştirdikleri hükümete karşı Irak'ta meydana gelen
kanlı hükümet darbesini örnek gösteriyorlardı. Basın ve muhalefetin hücumlarına
karşı katılaşan DP muhalif yayınları denetim altına alabilmek için yasakların
dozunu oldukça arttırmıştı[39]. 11 Ağustos'ta DP Meclis grubunun kabul
ettiği tebliğ ile CHP baskı altına alınıyordu. Bu tebliğde "CHP Irak
olaylarını ele alarak TBMM'nin ve hükümetin meşruiyetini ve istikrarını şiddet
yoluyla tahrip etmenin mümkün hatta gerekli olduğu kanaatini uyandırmaya sevk
edebilecek çok tehlikeli bir yola gir- mişlerdir".CHP'nin TBMM'nin kudret,
kuvvet ve salahiyeti önünde hürmetkar ve itaatkar olması kanuni bir
mecburiyettir. Aksi halde gereken tedbirler alınacaktır..." sözleriyle
muhalefet partisine gözdağı veriliyordu. İhtilal söylentilerinin eksik olmadığı
bu süreçte iktidarın tedirginliği arttığı gibi baskılar da şiddetleniyordu[40].
Muhalefetin tavrını 6 Eylül'de Balıkesir'de yaptığı bir
konuşmada eleştiren Menderes, muhalefetin halkı, -Irak'tan örnek alarak-
hükümeti devirmeye karşı kışkırttığını öne sürüyordu " Onların niyeti TBMM
denilen aziz kabeyi itibardan düşürmek ve memlekete işte mecliste kalmamıştır
diyerek, seçimlerin semtine dahi uğramadan iktidara gelmektir.."diyordu[41]. Menderes'in ortaya koyduğu bu
tehditkar demokrasi anlayışına İnönü'den sert bir cevap gelmiştir. Muhalefette
ciddi bir toparlanma yoluna gidilirken Köylü Partisi, CMP ile birleşmiş, HP ise
CHP'ye katılmıştır. CHP'nin 14. Kurultayında yayınladığı ilk hedefler beyannamesinde
muhalefet güç birliğinin varmak istediği amaçları on madde ile sıralamış,
Menderes ise bu güç birliğini " Haçlı İttifakı" olarak
nitelendirmiştir[42].
İlk hedefler beyannamesinin kabulünden hemen sonra Menderes
ilk defa Manisa kongresinde yaptığı konuşma ile güç birliği hareketinin karşısına
Vatan Cephesi ile çıkılmasını istemişti. DP örgütü içinde bu görüşe karşı
olanlar bu durumun partiyi zayıflatabileceğini öne sürdü iseler de Menderes bu
konuda ısrarcı olmuştur. Celal Bayar'da muhalefetin yükselen eleştirilerine
karşı DP'nin yanında yer almıştır. 28 Kasım 1958'de Çorum'da yaptığı konuşma'da
milletin maneviyatının her zaman yüksek olduğunu söyleyen cumhurbaşkanı
"milletin refah ve emniyetine engel olabilecek herhangi bir durum ortaya
çıktığında milletin azim ve iradesinin o engeli bir karınca gibi ayağının
altında ezmeye muktedir olduğunu" söylemiştir. Bayar'ın bu sözleri
muhalefete verilen gözdağı olarak yorumlanmış ve şiddetle eleştirilmiştir[43].
DP'nin Vatan Cephesi örgütü ocaklar kurarak ülke genelinde
kısa sürede örgütlenmiştir. Bu ocakların yalnız DP'lilere değil bütün
vatandaşlara açık olduğu bildirilmiş ve radyodan yapılan yayınlarda her haber
saati öncesinde bu cepheye katılan vatandaşların isimleri okunmaya başlamıştır.
Bu uygulamanın yanı sıra birçok yerde yayınlanan ve iktidar lehine haberler
yapan Vatan Cephesi adında propaganda gazeteleri yayınlanmaya başlamıştır[44]. Birçok kişinin adı kendisinin bile
haberi olmadan cepheye katılanlar arasında açıklanmıştır. DP'nin bu uygulaması
muhalefetin muhtemel bir eylemine karşı kitlesel bir savunma imkanı vermektedir[45].
1957 seçimleri sonrasında ortaya çıkan bu gelişmelerle
birlikte siyasi gerginliğin dozu gün geçtikçe daha da artmıştır. Bir yandan
muhalefetin güç birliği hareketi diğer yanda Vatan Cephesi ocakları adeta iki
düşman kutup yaratmış ve ülke kısa süre içerisinde bir kaosun içine
sürüklenmiştir. 1959'un Şubat ayında Menderes'in Londra'da geçirdiği uçak
kazasından kurtulması ülkedeki gerginliği geçici olarak durdurmuştur.
Aralarında bakan milletvekili ve dışişleri görevlilerinin de bulunduğu birçok
kişinin hayatını kaybettiği bu kaza ülke genelinde duygusal bir hava
yaratmıştır[46]. Menderes ülkeye dönüşünde görkemli
törenler ve büyük sevgi tezahüratları ile karşılanmıştır. İnönü'nün tren
garında Menderes'i karşılaması ve geçmiş olsun dileklerini iletmesi iktidar
muhalefet arasındaki çatışmayı bir süreliğine yumuşatmıştır[47].
Menderes'e DP'nin ileri gelenleri tarafından İnönü'ye
nezaket ziyaretinde bulunması yönünde telkinler yapılmıştır. Ancak bu girişim
Cumhurbaşkanı Bayar tarafından "CHP'ye güven olmaz" gerekçesi ile
engellenmiştir[48]. Bayar İnönü'nün bu hareketini
"siyasi bir taktik" olarak algılamıştır. Menderes'in oğlu Aydın
Menderes'te verdiği bir röportajda babasının "bu ziyareti iade etmeye ve
bir adım atmaya" müsait bir kişilik yapısında olduğunu ve gitmemesinin
engelinin kendisinin olamayacağını ifade etmiştir[49].
DP'liler Menderes'in uçak kazasından kurtulmasına mucizevi
ve ilahi anlamlar yükleyerek, başbakanın daha da yüceltilmesini gündeme
getirmiş ve yer yer dozu aşmış propagandalar yapmışlardır[50].
Uçak kazasının ardından ortaya çıkan diyalog fırsatı iyi değerlendirilememişti.
Nisan ayında 46 milletvekili ile birlikte Ege bölgesinde geziye çıkan İnönü
ise 29 Nisan'da "Büyük Taaruzu" başlattı. İnönü Eskişehir'den
geçerken halkın gösteri yapması engellendi. Uşakta'da polis halkı dağıtmak
için güç kulandı[51].
İlk konuşmayı Uşak'ta yapan İnönü burada yaptığı konuşmada
Kurtuluş Savaşına gönderme yaparak Uşak'ın Yunan orduları Başkumandanı
Trikopis'i esir aldığı yer olduğunu hatırlatıyordu. İnönü'nün Uşak gezisi büyük
olaylara neden oldu. CHP ve DP'liler birbirleriyle çatışırken İnönü'ye taş
atılması gerginliği iyice tırmandırdı. 1 Mayıs'ta Manisa'ya geçen İnönü'nün
sonraki durağı İzmir olmuştur. Bu yolculuk sırasında'da taraflar arasında
çatışmalar yaşanmıştır. DP'liler İnönü'yü Mili Mücadelenin hatırasını kendi
çıkarları için kullandığını söyleyerek ağır bir şekilde eleştiriler de
bulunmuşlardır[52]. İzmir'de de gerginlik devam ederken
Demokrat İzmir gazetesinin basılıp tahrip edilmesi olayları daha da
tırmandırmıştır. Bu olaylar üzerine İstanbul'a dönen İnönü'nün Topkapı surları
yakında saldırıya uğraması tehlikeli gelişmelere yol açmış bu olaylar DP
cephesinde de tedirginlik yaratmıştır. 6 Mayıs'ta olağanüstü toplanan DP
meclis grubunda İnönü bazı milletvekilleri tarafından memleketi " ihtilale
sürüklemek" ile suçlanmış ve muhakkak surette politika dışına atılması
gerektiği yolunda görüşler savunulmuştur[53].
Uşak olaylarının ardından CHP meclis'e bir önerge vermiş
Uşak, Turgutlu, Akhisar, İzmir, İstanbul olaylarından dolayı Menderes ve
İçişleri Bakanı Namık Gedik hakkında soruşturma açılmasını istemiştir. Bu
önerge gündeme alınmayınca muhalefet meclisi topluca terk etmiş ve Meclis
dışındaki faaliyetlerini hızlandırmıştır. Eylül'de CHP Genel Sekreteri Kasım
Gülek ve beraberindeki milletvekillerinin Çanakkale-Geyikli de karşılaştıkları
protestolar ve çıkan olaylar neticesinde bazı partililer ve muhalefete mensup
milletvekilleri gözaltına alınmışlardır. CHP kurulunun bu bölgeye gitmesi
engellenmiş, olaylar hakkında yayın yasağı getirilmiştir. Geyikli olayları
iktidar-muhalefet çatışmasında önemli bir dönüm noktası olmuştur.
İktidar ve muhalefet liderlerinin uzlaşmaz tavırları dozu
aşan suçlamalar, basının tahrikleri, DP'nin muhalefeti dışlayan tavırları,
iktidar ve muhalefet yandaşlarının partizanca hareketleri, TBMM'de
milletvekili kavgaları siyasi kutuplaşmayı ve sokak çatışmalarını
körüklemiştir. İki kutba ayrılmış olan kamuoyunda ilginç bir şekilde her iki
cephede vatanı korumak ve demokrasiyi yaşatmak iddiasıyla hareket ettiklerini
söylemektedir[54]. Tahkikat Komisyonu'nun Kurulması ve
Demokrat Parti İktidarının Sonu: DP ve muhalefet arasındaki gerginliği doruk
noktasına çıkaran hadise Kayseri'nin Yeşilhisar ilçesinde meydana gelmiştir.
Tarım Kredi Kooperatifleri seçimlerini CHP'nin kazanması DP ve CHP'liler
arasında çatışmaya neden olmuş, bazı CHP mensuplarının yaralanması muhalefeti
alevlendirmiştir. Kayseri'ye gitmek isteyen İnönü'ye engel olunması, muhalefete
karşı devlet gücüyle hareket edilmesi gibi hadiseler kamuoyunda ibrenin CHP'ye
doğru dönmesine yol açmıştır[55]. Yeşilhisar olayları karşısında CHP
lideri, DP'li yöneticiler tarafından Balkan komitacılığı yapmak ve ortalığı
karıştırmakla suçlan- mıştır^. Arkasına aldığı desteği iyi kullanan İnönü ise
"Seçimleri şimdi erteleseler bile 27 Ekim 961 akşam gün battığında seçimi
yenilememişlerse gayrı meşru olacaklar ve bunu millete ben ilan edeceğim[56]" diyordu. DP'ye karşı adeta savaş
açan CHP, Meclise DP idarecileri ve hükümetin çeşitli alanlardaki bütün kanun
ve nizam dışı hareketlerini içine alan tahkikat önergesi veriyordu[57]. Ulus gazetesi yazarlarından Bülent
Ecevit'te DP'yi ağır bir dille suçlamıştır. Ecevit, DP yöneticilerini, Franco İspanyası'nın
NATO'ya alınmasına engel olan dikta rejiminin bir benzerini daha ağır olarak
Türkiye'de kurmaya çalışmakla itham etmiş ve bu durumu NATO'ya karşı, NATO
üyesinden gelebilecek en büyük ihanet olarak nitelendirmiştir[58].
Gelişen olaylar karşısında muhalefeti kısıtlayıcı bir dizi
yeni önlemler alma gereğini duyan DP'liler, Tahkikat Komisyonu kurulması
önerisini 18 Nisan tarihli Meclis toplantısına getirdiler. Bursa Milletvekili
Mazlum Kayalar ve Denizli Milletvekili Baha Akşit'in CHP'nin siyasi faaliyetlerinin
denetlenmesi amacıyla sundukları önerge Meclis gündemine alınmış ve sert
tartışmalara neden olmuştur. Bu önergeye göre; CHP meşru bir seçimle iktidara
gelmekten umudunu kesmiş ve her türlü baskı usullerini ve kardeş kavgalarını
da mubah görerek bütün devlet müesseselerini tahrik etmektedir. Basın da CHP
ile işbirliği yapmakta ordu siyasete çekilmektedir. Gaziantep, Zile, Uşak, İstanbul
ve Yenişehir gibi devlet emniyet ve asayişini tehdit eden olaylar bir demokrasi
mücadelesi gibi gösterilmeye çalışılmaktadır" [59].
TBMM'nin Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile kendisine verilmiş hakları eline alarak
bu meseleye müdahale etmesi artık zorunlu hale gelmiştir. Bütün bunların yanı
sıra CHP kendi partililerini silahlandırmak ve iktidara karşı kışkırtmak, bizim
radyo adındaki komünist radyosunu kendine ait bir radyo olarak göstermek, hücre
teşkilatı ile işleyen gizli kollar kurmaya çalışmak, aynı maksatlarla neşir
yolunda faaliyetlerde bulunarak demokrasinin fikri ve manevi temellerini
tahrip etmek ve yalan neşriyatta bulunmak suretiyle memleketin siyasi, sosyal
ve iktisadi hayatını tehlikeye maruz bırakmak gibi ağır suçlarla itham
edilmiştir[60].
Bu durumdan doğacak sonuçların önlenmesi için ise Dahili
Nizamnamenin 177'inci maddesi hükümlerine göre 15 kişilik bir "Tahkikat
Encümeni" Kurulması talep edilmiştir. Bu encümenin son derece geniş
yetkilere sahip olması öngörülürken, Türkiye'deki her türlü siyasi hareket ve
faaliyeti durdurma yetkisine sahip olması ve gereğinde Meclis dışında da
faaliyette bulunabilme yetkisi isteniyordu[61].
Önerge karşısında söz isteyen İnönü, bu talepleri ve istenen salahiyeti
"her türlü hukuk telakkilerinin dışında, Anayasa'nın üstünde gayrımeşru
bir talep" olarak nitelendirmiştir. İsmet Paşa'ya göre bu encümen ile TBMM
üzerinde bir baskı idaresi kurulmak istenmektedir. Bu durum Anayasa'ya ve
insan haklarına karşı bir teşebbüstür[62].
15 kişilik Tahkikat Komisyonu[63] için yapılan seçime 354 kişi
katılmıştır[64].
Tahkikat Komisyonu kararıyla bütün siyasi partilerin siyasi
toplantıları muvakkaten durdurulmuş ve encümen ilk kararlarını almıştır
Yayınlanan 1No'lu tebliğ ile görev dağılımı yapılmış, 2 no'lu tebliğ ile siyasi
toplantılar durdurulmuştur. 3 no'lu tebliğ ise, encümenin görev ve yetkileri
ile ilgili her türlü haber, beyan, tebliğ, mütalaa, vesika, resim ve yazıların
(TBMM Zabıt Cerideleri hariç) bu takrir ile alakalı TBMM müzakerelerinin her ne
şekilde olursa olsun yayınlanmasını yasaklamıştır[65].
Komisyonun kararları ve bu tebliğler muhalefetin ve basının büyük tepkisini
çekmiştir. Özellikle CHP lideri İnönü'nün eleştirileri üzerine yayınlanan 4.
tebliğ bir uyarı niteliğindedir. Bu tebliğde İnönü'nün "şartlar tam
olduğunda milletler için ihtilal meşru bir haktır" sözleri eleştirilmiş ve
CHP liderinin bu beyan ile gayrı meşruluğun hudutlarını fazlasıyla aştığı
vurgulanarak bu tür tahriklerin milletinin vicdanında onay bulamayacağı ve
encümenin görevine ciddiyetle başladığı belirtilmiştir. Dünya ve Ulus
gazetelerinin 19 Nisan tarihli sayıları söz konusu yasaklar yüzünden
toplatılmıştır[66].
CHP meclis grubu 19 Nisan günü toplanarak iç politika
olaylarını incelemiş ve en acil görevin Anayasa'yı ve hürriyetleri korumak
olduğuna karar vermiştir[67]. Ulus gazetesi de DP'ye karşı sert bir
muhalefet yürütmüştür. Gazetenin önemli yazarlarından Yakup Kadri
Karaosmanoğlu, DP idarecilerinin bütün davranış ve söylemlerinin şüpheye yer
vermeyecek şekilde tek parti özlemini ortaya koyduğunu söyleyerek, ancak
milletin güveninden şüphesi olanların rakipsiz tek başına kalmak isteyeceğini
vurgulamıştır. Yazar, bu güvensizlik yüzünden DP idarecilerinin de muhalefetin
elini kolunu bağlayarak seçimlere bir takım dolambaçlı yollardan gitmeye
kararlı olduklarını[68] öne sürmektedir. İnönü'yü ziyaret eden
Bölükbaşı da "vatanseverlerin basiretleri, uyanıklık ve tesanütleri
nöbettedir"diyerek desteğini ortaya koymuştur. Meclis Tahkikat
Komisyonu'nun yetkilerini tayin eden kanun çok tartışılacak ve tepkilere yol
açacak maddeler içeriyordu. Komisyona son derece geniş yetkiler veren kanun,
alınacak kararlara muhalefet edenlere, kararların uygulanmasında ihmali
görülenlere ve gizliliğe riayet etmeyenlere karşı çeşitli hapis cezaları ön
görüyordu[69]. Komisyonlara ön görülen bu yetkiler
anayasa profesörleri tarafından tepki ile karşılanmıştır. Prof. Tunaya bu
durumu anayasa ihlali olarak nitelendirmiş, demokrasi zedelenerek Türk
İnkılabının eserlerinin devam ettirilemeyeceğini söylemiştir. Prof. Nail
Kubalı ise komisyonlara geniş yetki verenlerin ağır mesuliyetten
kurtulamayacağını ifade etmiştir[70].
TBMM'nin 27 Nisan tarihli oturumu da çok tartışmalı geçmiş,
İnönü, CHP'yi hedef alan Tahkikat Encümeni'nin kurulmasının asıl amacının seçim
havasını hazırlamak olduğunu ileri sürmüştür. İnönü'ye göre DP, 1960 seçimlerine
hazırlanmak için yeni fevkalade tedbirler alınmasına lüzum hissetmiştir. İnönü
aynı konuşmasında "bizden başka dünyanın hangi memleketinde olursa olsun
Türkiye'de demokrat iktidar rakibi hakkında böyle bir ithamname ile böyle bir
tahkikat açtı ne dersiniz? deyiniz alacağınız cevaba razıyım. Alacağınız cevap
yalnız sizin için değil endişe ederim ki memleketimiz için hicap verici
olacaktır "[71] diyordu.
İsmet İnönü'nün Tahkikat Kanunu ile ilgili şu sözleri, 27
Mayıs'a giden süreçte önemli bir dönüm noktası olmuştur: "şartlar tamam
olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır. Bu yolda devam ederseniz
ben de sizi kurtaramam[72]" Metin Toker'e göre; İsmet Paşa bu
sözleriyle ülkeyi başka türlü kurtarmak isteyip tekrar demokrasiye dönmeyi
amaç edinen kuvvetlere yeşil ışık yakmasa bile sarı ışık yakmıştır. "Ben
de sizi kurtaramam sözü" gündemi altüst etmiştir. Komisyon çalışmalarına
başlar başlamaz belli başlı kamuoyunda ön plana çıkmış kişileri ifade vermeye
çağırmış, siyasi gösteriler tamamen yasaklanmıştır. Basın ve muhalefet ise
Tahkikat Komisyonu'nun baskılarına karşı değişik taktikler geliştirmişti. Her
yazdıkları haberle sansüre uğrayan gazeteler ilgisiz konularla attıkları
başlıklar ya da yemek tarifleriyle iktidarı protesto ederken bazıları da Kore
de halkın diktatörlere karşı nasıl ayaklandığı ile ilgili fotoğraflar
yayınlamışlardı. Bu konuyu Meclis kürsüsüne taşıyan İnönü'nün "Türk
Milleti Kore milletinden daha az haysiyetli değildir" şeklindeki sözleri[73] yüzünden TBMM dahili nizamnamesinin
188. maddesi 3 no'lu bendine göre ise on iki celse meclisten çıkarma cezası
vermiştir[74].
Tahkikat Komisyonu'nun kurulmasının ardından ilk gösteri
polisin müdahale ettiği Kızılay'da olmuştur. 28 Nisan'da İstanbul'a da
sıçrayan gösteriler İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde şiddetlenmiştir.
2 öğrencinin hayatını kaybetmesi çok sayıda öğrencinin yaralanması üzerine
gösteriler diğer fakültelere de sıçramış, İstanbul Üniversitesi tatil
edilirken, Ankara ve İstanbul'da sıkıyönetim ilan edilmiştir[75]. Bu şehirlerdeki bütün toplantılar yasaklanmış
İstanbul Örfi İdare Kumandanlığı'na Org. Fahri Özdilek, Ankara'ya ise Org.
Namık Argüç atanmıştır. Tahkikat Komisyonu yayınladığı tebliğ ile İstanbul'da
meydana gelen olaylar hakkında komisyonun, hükümetin ve kumandanlıkların
yapacakları resmi tebliğler haricinde her türlü haber, görüş, fıkra, resim,
yazı vb. yayınları yasaklamıştır[76].
Meydana gelen olaylar hakkında Menderes ise "memleketin
selamet ve asayişi ile oynanamaz. Devlete karşı gelmenin ne demek olduğu
bilinmelidir. Yalan haberlere mani olmak için hükümet tebliğler yayınlamaya
devam edecektir[77]" diyordu.
TBMM'nin 29 Nisan tarihli oturumunda İstanbul ve Ankara
vilayetlerinde ilan edilen sıkıyönetimin tasdikine dair başbakanlık tezkeresi
okunmuş bu karara muhalefet şiddetle karşı çıkmıştır. Sıkıyönetim kararını
eleştiren CHP, İstanbul'da ve Ankara'da çıkan olaylarda polisin ve zabıtanın
haksız yere öğrencilerin üzerine salındığını söyleyerek durumdan Demokrat
Parti'yi sorumlu tutmuştur[78] Olayların ardından yasaklar
genişletilmiştir. Ankara'da üniversiteler 29 Nisandan itibaren bir ay tatil
edilmiş, yurtlarda toplantı yasaklanmış, taşradan gelen öğrencilerin evlerine
dönmesi istenmiştir. Ayrıca umuma açık yerlerdeki spor faaliyetleri ve
müsabakaları da yasaklar kapsamına alınmıştır. İstanbul'da da benzeri yasaklar
mevcut olmakla birlikte özellikle basına yönelik kısıtlamalar[79] dikkat çekicidir. Basına getirilen
yasaklar iktidar aleyhine sonuç vermiştir. Önemli olaylar hakkında normal
yoldan bilgi edinmek mümkün olmayınca haberler dedikodu yolu ile yayılmıştır.
Fazlasıyla abartılı olan bu bilgilerin yayılması halkın gözünde iktidarı daha
da korkunç hale getirmiştir[80].
"Hadiseler tahrik ve tertip eseridir, ayaklanma için
bir sebep yoktur. Memleket yalan seline boğulmak isteniyor" sözleri ile
olayları yorumlayan Menderes, bütün gelişmeleri siyasi bir suikast ve seçimsiz
iktidara gelme çabası olarak yorumlamaktadır. Hadiselerin yatışmaması üzerine
sıkıyönetim idaresi emri dinlemeyenlere silahla karşılık verileceği yönünde
bir tebliğ yayınlamıştır[81]. Şiddet tedbirlerine başvurulması ve
baskılar olayları durdurmamış aksine daha da alevlenmesine neden olmuştur.
Ankara da yapılan eylemler içerisinde en dikkat çekici olanı 5 Mayıs'ta
555K(5.ayın 5'inde saat 5'te Kızılay'da) parolasıyla yapılan gösteridir.
Menderes'in arabadan inerek göstericilere tepkide bulunduğu bu eylemde
İçişleri Bakanı'nın dağılmayan göstericilerin üzerine ateş açılması emri
verdiği iddia edilmiştir. Olaylar akşam saatlerine kadar sürmüş hadisenin haber
ve fotoğraflarını yayınlayan iktidarın yayın organı Zafer[82]
gazetesi bile 14 Mayıs'a kadar kapatılmıştır[83].
Gerek Mecliste gerekse de radyo konuşmalarında olaylar
hakkındaki görüşlerini açıklayan Menderes, DP'ye yönelik "Anayasa'yı
ihlal" suçlamalarının demokrasiyi anlamayan bir avuç zümrenin seçimleri ve
milli iradeyi yok etmek için hazırladıkları tertip olduğunu söylemektedir[84]. Menderes son mitingi olan Eskişehir
mitinginde ise hedeflerinin "seçim
yolu" olduğunu söyleyerek "iktidara
gelme ve gitmenin seçimden başka yolu olmadığını kabul etmek lazımdır"
diyordu. Anadolu Ajansına verdiği demecinde Tahkikat Komisyonu'nun çalışmalarını
değerlendiren Menderes, komisyonun görevini üç ay yerine bir ayda tamamladığına
dikkat çekerek kopartılan gürültünün boşuna olduğunu söylemiştir. Menderes,
Anayasa'yı ihlal etmek, kanunsuz baskı yapmak, mahkeme vazifesi görmek gibi bir
amaçlarının olmadığını ve bunların hepsinin asılsız söylentiler olduğunu
vurgulamıştır[85].
DP iktidarı karşısında muhalefetin basın ve üniversiteler
tarafından açık bir şekilde desteklendiği malumdur. Ancak DP iktidarından en
çok rahatsızlık duyan kurum ordu olmuştur. 1950 seçimleri ile 27 yıllık CHP
iktidarına son veren DP için en başından beri bir askeri müdahale tehdidi söz
konusu olmuştur. Atatürk'ün silah arkadaşı, Milli Mücadele kahramanı İnönü'nün
seçim sandığı ile iktidarı kaybetmesi orduda tedirginlik yaratmıştır. Daha,
seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz İnönü'ye gerekirse duruma müdahale
edilebileceği yolunda haber gelmiş, ancak İsmet Paşa "milli iradeye bütün
devlet birimlerinin saygı göstermesi gerektiğini"söyleyerek bu fikre karşı
çıkmıştır[86]. Ancak DP'nin on yıllık iktidarı
boyunca darbe söylentileri hiç eksik olmamıştır.
DP büyük bir halk desteği ile iktidara gelmesine rağmen
izlediği liberal politikaların herkes tarafından benimsendiğini söylemek mümkün
değildir. Devletçi ekonomik modelin taraftarları, Menderes'in girişimlerinin
Atatürk'ün bu yöndeki başarılarına zarar verdiğini düşünürlerken aynı zamanda
İslamcı muhafazakarlara taviz verilerek laiklik ilkesinin de zedelendiğini
düşünüyorlardı. Ekonomik sıkıntıların baş göstermesi ile birlikte muhalefet
güçlenmeye başlamış, DP iktidarının özellikle CHP'ye yönelik sert politikaları
demokratik rejimin zedelenmesine yol açarken ordudaki huzursuzluğu da su yüzüne
çıkarmıştır[87].
1950 yılının sonlarına doğru ekonomik politikaların sonucu
subay maaşları da enflasyonun oldukça gerisinde kalmıştır. Ancak ordu
tarafından DP'ye karşı duyulan hoşnutsuzluğu yalnızca ekonomik gerekçelerle
değerlendirmek eksik bir yaklaşım olacaktır. Ordu içinde cuntacı hareketler
1955 yılında oluşmaya başlamıştır. 1959 yılına doğru bu girişimler daha
organize bir hale gelmiştir. Genç subaylar Menderes'i iktidardan indirmek
konusunda hem fikir olmakla birlikte sonrasında ne olacağı konusunda fikir
ayrılığına düşmüşlerdi. Daha radikal olan grup Menderes devrildikten sonra uzun
süre bir askeri rejime ihtiyaç duyulduğunu savunuyordu. Onlara göre Atatürk
devrimi henüz tamamlanmamıştı. Ilımlıların bir kısmı iktidarın CHP'ye devredilmesinden,
bir kısmı ise yeni bir anayasa hazırlanıp, seçimlerin yapılmasına olanak veren
bir askeri ara rejimden yana idiler[88].
Siyasi krizin 1960 baharında son noktaya gelmesi ordu
içindeki grupları da hareketlendirmişti. Özelikle İnönü'nün Ege gezisi
sırasında yaşanan olaylar, İnönü'yü hedef alan açık saldırılar bütün
endişeleri su yüzüne çıkarmıştı. 27 Mayıs'tan önce Menderes birkaç kez istifa
etmeye teşebbüs etmiş ancak Celal Bayar tarafından bu girişime engel
olunmuştur. Menderes ve hükümet üyeleri bir darbe tehdidinin farkında olmakla
birlikte bu ihtimali fazla ciddiye almamışlardır. İnönü'nün 27 Mayıs
müdahalesini önceden bilip bilmediği sorusu ise çok tartışılmıştır. Darbeci
grup içerisinde iktidarı CHP'ye teslim etmek isteyenler olduğu bilinmekle
birlikte bunların çoğunlukta olduğunu söylemekte mümkün değildir[89]. Alparslan Türkeş'e göre "İnönü bu
hazırlıklardan haberdardır. İhtilalde etkili rol oynamış bir kısım askerler
gerek İsmet Paşayla, gerekse de yanındakilerle yakın irtibatlıdır". Metin
Toker'de İsmet Paşa'nın "bu tertiplerin içinde olmadığına emin olmakla
birlikte, bunlardan haberdar olduğunu" söylemektedir[90].
Cumhurbaşkanı Bayar ise toplumsal muhalefetin arttığı
dönemde daha sert tedbirler alınmasından yana bir tavır sergilemiştir. Menderes
ve hükümetin atıl kaldığı durumlarda inisiyatifi ele almış ve gösterilere sert
bir şekilde müdahale edilmesini sağlamıştır. 1958 yılında ortaya çıkan "9
Subay olayı" esnasında da hükümeti eleştirmiş, cunta örgütlenmesi yapan bu
subayların beraatının yeni örgütlenmelere neden olacağını söylemiştir. Ancak
bütün tecrübelerine rağmen Bayar'da ordudan gelebilecek bir harekete ihtimal
vermemiştir[91].
Tahkikat Komisyonu'nun faaliyetleri ile birlikte ortaya
çıkan gelişmeler 27 Mayıs'a giden süreçte önemli bir rol oynamıştır. Milli
Birlik Komitesi üyelerinden Cemal Madanoğlu'nun bir röportaj sırasında sarf
ettiği şu sözler bu durumu açıkça gözler önüne sermektedir. " ... Karşı
devrimcilik iyice tırmanmış durumda. Eh partizanlık almış yürümüş. Parti
diktatörlüğü öyle. Ekonomik durum, bu şartları tamamlıyor. Bu sırada milleti en
çok gayrete getiren, bardağı taşıran son damla DP'nin bir tahkikat komisyonu
kurması oldu. Çok körlemesine gittiler. Yani ihtilali aslında biz yapmadık.
Onlar yaptı...[92]".
On yıl on üç gün iktidarda kalan DP'nin faaliyetleri 27
Mayıs 1960 Müdahalesi ile birlikte durdurulmuştur. 29 Eylül 1960 tarihinde
bütün yöneticilerinin Yassıada'da olduğu bir süreçte partiye kayıtlı bir
üyenin açtığı dava sonucunda "kongresini zamanında yapmadığı ve böylece
dağılmış olduğu" gerekçesi ile hukuki varlığı sona erdirilmiş ve malları
hazineye devredilmiştir[93]. Yassıada duruşmaları 14 Ekim 1960 günü
"Anayasa'yı ihlal[94]"davası ile başlamıştır. Başsavcı,
Bayar ve Menderes ile Bakanların, Tahkikat Komisyonu kuruluş önergesi veren üç
milletvekili ile komisyon üyelerinin TCK'nın 146/1 maddesine göre idamlarına,
diğer sanıkların ise 146/3 gereğince 5-15 yıl arasında hapis cezasına
çarptırılmasını istemiştir. Bu dava 11 Ağustos 1961'de sona ermiştir[95].
Yassıada mahkemelerinde en uzun süren dava Anayasa'yı ihlal
davasıdır. Bunun yanı sıra günümüze kadar çok eleştirilen ve mahkemeye gölge
düşüren Bayar'ın yargılandığı "Köpek Davası", Menderes'in
yargılandığı "Bebek Davası" açılan ilk davalar olmuştur. 6-7 Eylül
olayları davası, Vinileks Şirketi Davası, Dolandırıcılık Davası, Değirmen
Davası, Ali İpar Davası, Örtülü Ödenek Davası, Radyo Davası, Arsa Davası,
Topkapı Olayları Davası, Çanakkale Olayı Davası, Kayseri Olayı Davası, Demokrat
İzmir Davası, İstimlak Davası, Üniversite Olayları Davası, Vatan Cephesi Davası
gibi davalar birbirini izlemiştir[96].
DP'li 592 sanığın yargılandığı Yassıada Mahkemelerinde 15
kişi idam, 31 kişi müebbet hapse, 418 kişi çeşitli cezalara çarptırılmış, 128
kişi ise beraat etmiştir[97]. 15 idam cezasından yalnızca Menderes,
Zorlu ve Polatkan'ın cezaları onaylanmıştır.
1946 yılında Türk Siyasi hayatına giren DP, kurulduğu andan
itibaren büyük ilgi görmüş ve 1950 seçimlerine giden süreçte demokrasinin
simgesi haline gelmiştir. Uyguladığı liberal politikalar ile iktisadi hayat
canlanmış iç ve dış siyasette ülke bir dinamizm kazanmıştır. Ancak, demokrasiyi
kurumsallaştırmak ve hürriyetleri yerleştirmek ideali ile yola çıkan ve bu
inanç ile tek parti iktidarına son veren DP'nin uzun vaade de bunları
gerçekleştirebildiğini söylemek mümkün değildir.
Özellikle oy oranını % 50'lerin üzerine çıkardığı 1954
seçimlerinden sonra iktidara yerleşen DP, yola çıkarken verdiği vaatlerden
oldukça uzak bir görüntü sergilemektedir. DP hükümeti'nin, 1957 seçimleri
sonrasında ki icraatları nerede ise tek parti dönemini aratır hale
getirmiştir. İktisadi sıkıntılar, 6-7 Eylül olayları, Kıbrıs bunalımı gibi
sorunlar ortaya çıktıkça iktidarın muhalefete olan tavrı giderek sertleşmiş ve
DP iktidarı daha da otoriterleşmiştir
DP'ye yöneltilen en büyük eleştiriler özgürlüklerin
kısıtlanması ve antidemokratik yasaların çıkartılması hususunda olmuştur.
Ancak muhalefetin zaman zaman dozu aşan eleştirileri, basının ağır tahrikleri,
iktidar ve muhalefet yandaşlarının partizanca tavırları da ortamın
gerginleşmesinde etkili olmuştur. Ekonomik ve siyasi sorunların ağırlığı
altında ezilen hükümet çareyi muhalefeti ve basını susturmakta bulmuş ancak bu
durum kısa süre içerisinde kutuplaşmalara ve sokak çatışmalarına dönüşmüştür.
İktidara geldiği ilk günden itibaren sürekli bir darbe
söylentisi ile karşı karşıya kalan hükümet CHP'nin basın, ordu ve
üniversiteleri de arkasına alarak yaptığı tehditkar muhalefet karşısında
hırçınlaşmış ve ard arda pek çok hatalı karara imza atmıştır. Bu kararlar
içerisinde Tahkikat Komisyonu'nun kurulması ise adeta sonun başlangıcı
olmuştur. Toplumsal patlamalar ve siyasi gerginlik ordu içindeki cuntaları
harekete geçirmiş ve 27 Mayıs müdahalesini getirmiştir. Geniş halk desteğini
arkasına alan bir siyasi partinin darbe yoluyla iktidardan indirilmesi Türk
siyasi hayatında yeni bir dönem başlatmıştır. DP yöneticilerinin trajik
sonları ise Türk milletinin hafızasından hiç silinmemiş idam edilen Adnan
Menderes siyasi bir sembol haline gelmiştir.
Demokrasi ideali ile yola çıkan ve geniş halk kitlelerini
siyasete katan DP'nin bu fikre inancı tam olmakla birlikte uygulamada bu hedefi
devam etti- rememiştir. Bu durumun ortaya çıkmasında, ülkenin içinde bulunduğu
şartlar kadar demokrasi kültürünün gerek iktidar gerekse muhalefet tarafından
yeterince özümsenememiş olmasının da etkili olduğunu düşünmek mümkündür. Bu
mesele günümüze kadar gelen süreçte Türk siyasetinde en çok tartışılan temel
dinamik olmuştur.
Kaynaklar
AHMAD Feroz, Demokrasi Sürecinde Türkiye, Hil Yayınları,
İstanbul 1994.
AHMAD Feroz, ve Bedia Tugay, Türkiye'de Çok Partili
Politika'nın Açıklamalı Kronolojisi (1945-1971),Bilgi Yayınevi, Ankara 1976.
ALBAYRAK Mustafa, Türk Siyasi Tarihinde DP (1946-1960),
Phoenix Yayınevi, Ankara 2004.
ALPHAN Recep Şükrü, 27 Mayıs'tan Yassıada Mah. Menderes,
Timaş Yayınları, İstanbul 2007.
ARTVİNLİ Fatih, Osman Bölükbaşı, Kitap Yayınevi, İstanbul
2007.
BOZDAĞ İsmet, Darağacında Bir Başbakan, Truva Yayınları,
İstanbul 2007,s. 183.
BÖLÜKBAŞI Deniz, Türk Siyasetinde Anadolu Fırtınası O.Bölükbaşı,
Doğan Kitap, İstanbul2005.
BİRAND Mehmet Ali, vd, Demirkırat, Doğan Kitap, İstanbul
1991.
Cumhuriyet, 8-9, 21. 10. 1957.
Cumhuriyet, 18.2.1959.
Cumhuriyet, 9. 3. 1959.
Cumhuriyet, 1.5.1959.
Cumhuriyet, 3.4.5.1959
ÇAVDAR Tevfik, Türkiye'nin Demokrasi Tarihi, İmge Kitabevi,
Ankara 2004. s. 66-68. Çizmeli, Şevket Menderes Demokrasi Yıldızı?, Arkadaş
Yayınları, Ankara 2007.
ECEVİT Bülent, "Yabancı Gölgesinde Rejim
Değiştirme", Ulus,18.4.1960
EROĞUL Cem, Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, İmge
Yayınevi, Ankara 2003.
ER-TUNÇ Ahmet Cemil, Cumhuriyetin Tarihi, Pınar Yayınları,
İstanbul 2004.
HALE William, Türkiye'de Ordu ve Siyaset (çev. Ahmet
Fethi),Hil Yayınları, İstan- bul1996. s.90.
KARAOSMANOĞLU Yakup Kadri, " Tek Parti Rejimine
Doğru", Ulus, 21.4.1960. KARPAT Kemal, Türk Demokrasi Tarihi, Afa
yayıncılık, İstanbul 1996,s.337.
ÖNGÖR Seyfi, Çankaya'nın Bütün Adamları, Aykırı Yayıncılık,
İstanbul2006.
ÖZDEMİR Hikmet, "Siyasal Tarih", Çağdaş Türkiye- 4
(1960-1980), İstanbul 1997.
TOKER Metin, DP Yokuş Aşağı, 1954-1957, Bilgi Yayınevi,
Ankara 1991.
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre:XI, c.1, 4.12.1957,
TBMM Matbaası, Ankara.
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre :XI , c.13, 18. IV.1960,
TBMM Matbaası, Ankara1960.
TBMMZC,...29.IV.1960.
TURGUT Hulisi, Yassıada'da Yaptırılmayan Savunmalar, Doğan
Kitap, İstanbul 2007.
ŞEN Erdal, Belgelerin Dilinden Yassıada'nın Karakutusu,
Zaman Kitap, İstanbul200, s.23.
YAZICI Serap, Türkiye'de Askeri Müdahalelerin Anayasal
Etkileri, Yetkin Yayınları,
Ankara. Ulus, 11.4.1960. Ulus, 14.4.1960. Ulus, 20.4.1960.
Ulus, 27.4.1960. Zafer, 4.4.1960. Zafer,19.4.1960. Zafer, 20.4.1960. Zafer,
27.4.1960. Zafer, 28.4.1960. Zafer, 29.4.1960. Zafer,30.4.1960.
Zafer,1,2.5.1960. Zafer, 6.5.1960 Zafer,16.5.1960. Zafer, 26.5.1960.
Zafer, 4.4.1960.
DİP NOTLAR:
[1] Hikmet Özdemir, "Siyasal Tarih", Çağdaş Türkiye- 4
(1960-1980), İstanbul 1997, s.179.
[2] Ahmet Cemil Ertunç, Cumhuriyetin Tarihi, Pınar Yayınları, İstanbul 2004, s. 378.
[3] Özdemir, a.g.e, s. 179.
[4] Ertunç, a.g.e,s. 378.
[5] Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesi, "Millet
Partisinin dini esasa dayanan ve amacını saklayan bir cemiyet olduğu kararını
açıkladı. Feroz ve Bedia Tugay Ahmad, Türkiye'de Çok Partili Mitika'nın Açıklamalı
Kronolojisi (1945-1971), Bilgi Yayınevi,
Ankara 1976, s. 118.
[6] Deniz Bölükbaşı, Türk Siyasetinde Anadolu
Fırtınası Osman Bölükbaşı, Doğan Kitap,
İstanbul 2005, s. 177-185.
[7] Mehmet Ali Birand vd, Demirkırat, Doğan Kitap, İstanbul 1991, s. 75.
[8] Cem Eroğul, Demokrat Parti Tarihi ve
İdeolojisi, İmge Yayınevi, Ankara 2003, s.
167.
[9] Birand,a.g.e., s. 91.
[10] Eroğul, a.g.e., s. 192.
[11] Fatih Artvinli, Osman Bölükbaşı, Kitap Yayınevi,İstanbul 2007, s. 75,78.
[12] Eroğul, a.g.e., 193, 196.
[13] 11 Şubat 1957'de tutuklanan Metin Toker 7 ay
23 gün ceza almıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Metin Toker, DP Yokuş Aşağı, 1954-1957, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1991. s. 226.
[14] Artvinli, a.g.e, s.78.
[15] Artvinli, a.g.e., s.82-84.
[16] Eroğul, a.g.e., s.198.
[17] Tugay- Ahmad, a.g.e, s.166.
[18] Artvinli, a.g.e, s.89.
[19] Tugay- Ahmad, a.g.e, s.166.
[20] Eroğul, a.g.e, s. 200.
[21] Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde
Türkiye, Hil Yayınları, İstanbul 1994, s.
77.
[22] Cumhuriyet, 8-9
Ekim 1957.
[23] Kemal Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, Afa yayıncılık, İstanbul 1996, s. 337.
[24] Cumhuriyet, 21
Ekim 1957.
[25] Tevfik Çavdar,Türkiye'nin Demokrasi
Tarihi, İmge Kitabevi, Ankara 2004, s.
66-68.
[26] Artvinli, a.g.e, s. 90.
[27] Osman Bölükbaşı hapiste iken kazandığı
seçimlerde milletvekili yeminini Ankara Merkez Cezaevi 10. koğuşunda
mahkumların önünde yapmıştır. Bölükbaşı, a.g.e.,s. 192.
[28] Şevket Çizmeli, Menderes Demokrasi
Yıldızı?, Arkadaş Yayınları, Ankara 2007,
s. 644.
[29] Ahmad, a.g.e., s. 78.
[30] Tugay-Ahmad, a.g.e, s. 171.
[31] Mustafa Albayrak, Türk Siyasi Tarihinde
Demokrat Farti (1946-1960), Phoenix Yayınevi, Ankara 2004, s. 511-514.
[32] Ayrıntılı bilgi için bkz. TBMM Zabıt Ceridesi, Devre:Xl, c.1, 4.12.1957, TBMM Matbaası, Ankara, s.121-122.
[33] Serap Yazıcı, Türkiye'de
Askeri Müdahalelerin Anayasal Etkileri,Yetkin Yayınları, Ankara 1997, s. 62.
[34] Recep Şükrü Alphan, 27 Mayıstan Yassıada
Mahkemelerine Menderes, Timaş Yayınları,
İstanbul 2007.
[35] Eroğul, a.g.e. ,s. 219.
[36] Çavdar, a.g.e,s. 71.
[37] Albayrak, a.g.e., s. 518.
[38] Eroğul, a.g.e., s.
221-222.
[39] İsmet Bozdağ, Darağacında Bir Başbakan, Truva Yayınları, İstanbul 2007,s. 183.
[40] Eroğul, a.g.e., s. 222-s.
224.
[41] Eroğul, a.g.e, s. 226
[42] Eroğul, a.g.e., s.
227-228.
[43] Albayrak, a.g.e., s.522.
[44] Albayrak, a.g.e., s. 523.
[45] Çavdar, a.g.e., s. 74.
[46] Ayrıntılı bilgi için bkz.Cumhuriyet, 18.2.1959
[47] Birand, a.g.e., s. 105.
[48] Alpuhan, a.g.e., s. 138.
[49] Birand, a.g.e., s. 107.
[50] Cumhuriyet, 9. 3.
1959.
[51] Cumhuriyet,
1.5.1959.
[52] Cumhuriyet,
3,4.5.1959
[53] Albayrak, a.g.e., s. 526.
[54] Albayrak, a.g.e, s. 526-527.
[55] Albayrak, a.g.e, s. 530.
[56] Ulus, 11.4.1960.
[57] Ulus, 14.4.1960.
[58] Bülent Ecevit, "Yabancı Gölgesinde
Rejim Değiştirme", Ulus,18.4.1960.
[59] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre :XI , c.13, 18. IV.1960, TBMM Matbaası, Ankara 1960, s.
190.
[60] TBMMZC,.,.,s. 191.
[61] TBMMZC, ...,s. 192.
[62] TBMMZC,.,.,s. 196.
[63] Tahkikat Komisyonu Üyeleri: Ekrem Anıt
(Samsun), Vacit Asena(Balıkesir), Turan Bahadır (Denizli), Kemal Biberoğlu
(Çorum), Sait Bilgiç (İsparta), Hilmi Dura (Kastamonu), Bahadır Dülger
(Gaziantep), Osman Kavuncu (Kayseri), Nusret Kirişçioğlu (Sakarya), Himmet
Ölçmen (Konya), Necmeddin Önder (Nevşehir), Kemal Özer (Kütahya), Ahmet Hamdi
Sancar (Denizli) Nüzhet Ulusoy (Samsun), (basın, 19.4.1960)
[64] Ayrıntılı bilgi için bkz. TBMMZC...................... s.
212-213.
[65] Zafer, 19.4.1960.
[66] Zafer, 20.4.1960
[67] Ulus, 20.4.1960.
[68] Yakup Kadri Karaosmanoğlu, " Tek Parti
Rejimine Doğru", Ulus, 21.4.1960.
[69] Zafer, 27.4.1960.
[70] Ulus, 27.4.1960.
[71] TBMMZC,...,27.W,
1960, s. 299.
[72] Birand, a.g.e., s. 114.
[73] Birand, a.g.e., s. 115.,
Eroğul, s. 245.
[74] Zafer, 28.4.1960.
[75] Eroğul, a.g.e., s. 246.
[76] Zafer, 29.4.1960.
[77] Zafer, 30.4.1960.
[78] TBMMZC,...29.IV.1960, s. 316-317.
[79] 8 numaralı tebliğe göre, gazete başlıklarında
72 punto'dan büyük harf kullanmak, sur- manşet, dişi klişe, espaslı manşet,
dört sütundan büyük resim kullanmak yasaklanmıştır. (Zafer ,30.4.1960)
[80] Eroğul, a.g.e, s. 246.
[81] Zafer,1,2.5.1960.
[82] Ancak Zafer gazetesinde olayla ilgili
fotoğraf ve haber yayınlamasına rağmen söz konusu haber gerçeğinden tamamen
farklı olarak,
"Başvekile sevgi tezahüratı"şeklinde
verilmiştir.(Zafer, 6.5.1960.)
[83] Albayrak, a.g.e, s. 538.
[84] Zafer,16.5.1960.
[85] Zafer, 26.5.1960.
[86] Birand, a.g.e, s. 47.
[87] William Hale, Türkiye'de Ordu ve Siyaset
(çev. Ahmet Fethi), Hil Yayınları, İstanbul
1996. s. 90.
[88] Hale, a.g.e, s. 95-99.
[89] Hale, a.g.e., s. 106.
[90] Birand, a.g.e, s. 110-111.
[91] Seyfi Öngider, Çankaya'nın Bütün Adamları, Aykırı Yayıncılık, İstanbul 2006. s. 74.
[92] Birand, a.g.e., s.113.
[93] Hulisi Turgut, Yassıada'da Yaptırılmayan
Savunmalar, Doğan Kitap, İstanbul 2007. s.
23-24.
[94] Anayasa'yı ihlal davasının Celal Bayar ve
Adnan Menderes başta olmak üzere 405 sanığı bulunuyordu. Bu dava kapsamındaki
suçlar; 1- 6194 sayılı kanunla CHP'nin mallarına el konulması, 2-Kırşehir'in
siyasi sebeplerle ilçe haline getirilmesi, 3- Hakim teminatı ve mahkeme
bağımsızlığının ihlali, 4- Seçim kanununda yapılan antidemokratik değişiklik,
5- Tahkikat Komisyonu'nun kurulması, 6- 6761 sayılı Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Kanunu'nun çıkarılması, 7- Tahkikat Komisyonu'nun 7468 sayılı
kanun çıkmadan aldığı kararlar, 8- 7468 sayılı kanunla, Tahkikat Komisyonu
kurulması için Meclis'e yetki verilmesi, olarak tanzim edilmiştir. Turgut, a.g.e., s. 56.57.
[95] Turgut, a.g.e., s. 56-58.
[96] Erdal Şen, Belgelerin Dilinden Yassıada'nın Karakutusu, Zaman Kitap, İstanbul 2000,s.23.
[97] Öngider, a.g.e, s. 75.